Aslı Aydıntaşbaş

Aslı Aydıntaşbaş

Tüm Yazıları

öyle bir hayat düşünün... Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Pakistan ve İran’a gidiyor. Pakistan çöküşün eşiğinde; İran’la ise nükleer programı durdurmak için gizli bir pazarlık var. Ardından İstanbul’da, 25 İslam Konferansı sonra Balkan gezisine çıkıyor; Atina’da uluslararası bir toplantı ve Brüksel’de NATO zirvesine katılıyor. Aradan hızlı bir Arnavutluk gezisi ve Bosna ziyareti çıkarıyor. Hemen ardından Atlantik ötesine seyahat ve Beyaz Saray’da Barack Obama’yla kritik buluşma. Hızlı bir Meksika turu, Ankara’da aileyle birkaç saat ve Hırvatistan yolları...
Yukarıda Ahmet Davutoğlu’nun son bir ayını özetledim. Hırvatistan’a hareket etmek için cumartesi sabah 6:30’da Ankara Esenboğa havaalanında buluştuğumuzda, Dışişleri Bakanı’nın gözleri çakmak çakmak. Hastalanmak üzere. Bir gece önce de hiç uyuyamamış. Amerika’dan geleli daha 24 saat olmamış. 3 gün daha yol yapacak; ardından Suriye’ye devam edecek.
Gerçek şu ki, Türkiye son yıllarda kendi bölgesinde ciddi bir güç merkezi haline geldi. Diplomatlar buna ‘player’ diyorlar; Ankara artık kendini uluslararası arenada ‘oyuncu’; hatta ‘oyun kuran’ olarak görüyor. Hükümetin dış politikasına katılmayanlar, eksen kaymasından şikâyet edenler bile Türkiye’nin yükselen grafiğinin farkında.
Davutoğlu’na Zagreb’de kritik soruyu soruyorum: “Peki Türkiye’de bu ölçekte aktif bir dış politikayı götürebilecek kadro var mı?”
‘Daha çok insanı potaya sokmamız lazım’ diyerek gülüyor. Gerçek şu ki, şu zamana kadar Türk Dışişleri’nin yapılanması bu kadar aktif bir global rol için şekillenmemiş. Diplomat, büyükelçi ve uzman sayısı yeterli değil. Türkiye geçen yıl 12, bu yıl 5 yeni elçilik açmış. Üstelik artık yalnız kendi meseleleri değil, Filipinler’den Ortadoğu’ya birçok global çatışmada aktif olmaya çalışan bir Türkiye var.
Ancak Dışişleri’nde topu topu 1200 diplomat var (Almanya gibi bir Avrupa ülkesinde ise bu rakam 5900 civarında).
Bakan’dan anlıyorum ki, Dışişleri’nde ciddi reformlar düşünülüyor. Bakan ‘kapsamlı bir yeniden yapılandırma çabası’ diyor. Müsteşarlıktaki çalışma tamamlandığında, diplomat kadrosu artabilir, ihtisas bazında dışarıdan isimler alınabilir. Şimdiden genç diplomatlara Batı dilleri yanında Arapça, Farsça gibi ‘komşu dillerden birini öğrenme’ şartı gelmiş.
Aradaki açığı kapatmak için Davutoğlu kendi değimiyle ‘3-5 misli daha çok çalışmak zorunda.’ İngiliz Dışişleri Bakanı Milliband geçenlerde “Her yerde siz. Hiç uyumaz mısınız?” demiş. Yakın çevresine “Gerçekten bu kadar seyahate nasıl dayanıyor?” diye soruyorum. Gülüyorlar.

Haberin Devamı

Dışişleri Bakanı Davutoğlu kabinesi

Dışişleri bu yükü nasıl kaldırır

Ahmet Davutoğlu’nun 2003 yılında danışmanlıktan 2009’da Ortadoğu’nun en etkili isimlerinden biri haline gelmesiyle, iç ve dış medyada ciddi bir rüzgâr estirdi. Aslında geçen hafta Washington’daki Nabi Şensoy vakasına kadar, Dışişleri Bakanı’yla ilgili son dönemde çıkan ‘negatif’ haber yok. Bakan’la üç gün seyahat ettikten sonra işin sırrını anladım: Medya danışmanı Osman Sert. CNN Türk ekranlarından diplomasi muhabiri olarak tanıdığımız Osman, yıllar önce Konya’da yerel bir radyoda muhabirlik yaparken bakanla röportaj yapmış; aradan geçen dönemde dostluk ilerlemiş. Davutoğlu bakan olunca gelen teklifi reddedememiş. Eski meslektaşlarıyla arası iyi. Üstelik gazetecilikten geldiği için neyin manşet olacağını, neyin baş ağrıtacağını çok iyi biliyor. Bakan’la uzun bir sohbet ardından hemen Osman’dan telefon geliyor “Unutmayın füze kalkanı bölümleri off-the-record.”
Davutoğlu’nun Başbakan ve Cumhurbaşkanı gibi bir iç kabinesi var. Osman dışında üniversiteden beri 16 yıldır asistanı olarak görev yapan Ali Sarıkaya, yanından hiç ayrılmıyor. Diplomaside baş danışmanı, ismi dolayısıyla zaman zaman espri konusu olan Cihat Erginay. O da Davutoğlu gibi İngilizce yanında Arapça ve Farsça biliyor. Uzun yıllar Riyad ve Kuveyt’te görev yapmış; Sovyetler ve ABD dairelerinde çalışmış. Bakan’ın etrafındaki bir başka isim, Washington’da görev yapan genç diplomat Gürcan Balık. Yine uzun New York ve Washington tecrübesi olan Dışişleri Sözcüsü Burak Özügergin, Davutoğlu’nun her gezisinde beraberinde seyahat edem isimlerden.

Haberin Devamı

Washington aritmetiği
Dışişleri Bakanı, ABD Başkanı Barack Obama’yla Beyaz Saray buluşmasının arka planını anlatıyor. Bakan’a göre ‘Türk-Amerikan ilişkileri normalleşiyor.’ Türkiye artık Amerika’nın masaya koyduğu taleplere cevap vermeye çalışan bir ‘özne’ değil, iki müttefik taraftan biri. “Yıllarca Amerika talep eder, Türkiye kabul etmezse bedel öder gibi bir psikoloji vardı. Şimdi farklı olabileceğimizi herkes kabul ediyor.”
Bakan’a ‘eşitler arası ilişki mi demek istiyorsunuz?’ diye soruyorum. “Tabii ki ABD bir süper güç. Eşit demem. Ama daha stratejik, daha ahlaki bir ilişki” diyor.
Sonra da Washington’la ilişkileri ölçmek için kullandığı barometreyi anlatıyor. “Türkiye’nin kıymet-i harbiyesini ABD başkanlarının Türkiye ziyaretleriyle ölçün. 12 Eylül’de Soğuk Savaş ortamında Türkiye’nin çok önemli olduğu söylenir. Reagan hiç gelmedi, Evren gitmedi. Baba Bush bir kez geldi. Clinton 8 yıllık iktidarının son yılında geldi. 2003’te Başbakan Beyaz Saray’a gitti. 2004’te Bush geldi. Ondan sonra bizler yılda birkaç kez Washington’a gittik. Obama ise göreve başladıktan 2 ay sonra Türkiye’ye geldi. Yalnız bu yıl içinde Başbakan 6 kez Obama’yla görüştü.”

Haberin Devamı

ŞU OSMANLI MESELESİ:

Dışişleri bu yükü nasıl kaldırır

Dışişleri Bakanı, her gittiği yerde “Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden mi kuruyorsunuz?” sorusunu cevaplamaktan bıkmış. “Böyle bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Saysanız en fazla Avrupa’ya gitmişimdir” diyor. Ancak Bakan neo-Osmanlıcılık iddiasını reddetse de Osmanlı onu bırakmıyor. Dün Hırvatistan’ın şirin sahil şehri Dubrovnik’e uğruyoruz. Burası aynı zamanda Osmanlı’nın en uç noktası. Davutoğlu heyecanlı. Eşi Sare’yle birlikte Dubrovnik arşivine uğrayıp Osmanlı fermanlarını inceliyor; şehri geziyor.

Dışişleri bu yükü nasıl kaldırır
Leyla Zana’nın yasaklanması yeni bir lider yaratıyor
Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi yasaklama kararının en şaşırtıcı unsuru, partide Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk gibi ılımlı isimlerin yasaklanması değil. DTP’ye üye bile olmayan Leyla Zana’ya 5 yıl siyasi yasak gelmesi. Danışmanı Ayşegül Doğan, basında yazılanların aksine Zana’nın ‘Hiçbir zaman DTP üyesi olmadığını ve katılmadığı bir kongrede parti meclisine seçilince, sonradan istifa etmek zorunda kaldığını’ anlatıyor.
1994’te DEP davasından hapse giren Zana, 2005’te hapisten çıktığından bu yana aktif siyasete girmedi. Kürt siyasetinin, İmralı, PKK ve devlet arasında sıkıştığını gören Zana, kendini özenle DTP’nin dışında tuttu.
Ancak dışarıda kaldıkça Türkiye ve yurtdışında Zana’ya yönelik ilgi çığ gibi büyüdü. Zamanının çoğunu Diyarbakır’da köyünde geçirmesine rağmen sessizliği DTP çevrelerinde ‘liderlik rolüne hazırlanıyor’ diye yorumlandı. Gerçekten de DTP kitlesi nezdinde, Öcalan’dan sonra en popüler siyasetçi sayılıyor.
Yakında 49 yaşına girecek olan Zana, bu son kararla ömrünün yaklaşık 20 yılını siyaseten yasaklı olarak geçirmiş olacak. Bu durumun, özellikle Avrupa’da Leyla Zana’ya yönelik ilgiyi arttıracağına, sokakta var olan Zana efsanesini pekiştireceğine şüphe yok. Anayasa Mahkemesi ne düşündü anlamak zor. Ancak bu karar, Leyla Zana’ya gelecekte liderlik kapısını aralamışa benziyor.