11.06.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:
Elif İpek Türer
Geçtiğimiz haftalarda Fox’ta yeni bir yarışma başladı: “Gardırop Savaşları”. Yarışmacıların kendi gardıroplarındaki kıyafetleriyle yarıştıkları programın jüri üyelerinden biri de tarzıyla beğenilen isimlerden biri olan Gül Gölge Saygı. Yarışma vesilesiyle buluştuğumuz Saygı ile yarışmanın yanı sıra stil tüyoları, oyunculuk, eşi ve oğulları hakkında da konuştuk.
- “Gardırop Savaşları” devam ediyor. Bu tarz programlar çok yapıldı. Sizin farkınız ne?
Daha modern, daha gerçekçi ve daha günümüz modasının konuşulmaya çalışıldığı, makyajdan tırnağa hatta saçın rengine kadar her şeyiyle ilgilendiğimiz ve insanlara bir şeyler vermeye çalıştığımız bir program bizimki. Asıl farkı ise tamamen kendi dolapları yarışıyor yarışmacıların, kendi kıyafetleriyle oluşturuyorlar kombinlerini. Haftada bir gün de, hafta birincisi 1000, ikincisi 500 lira alarak alışverişe gidiyor, eksiklerini tamamlıyor.
“Siyah elbise hakikaten hayat kurtarıcı”
- Ne tarz önerilerde bulunuyorsunuz?
Mesela biz programda “Duyan gelmiş” diyoruz yani her şeyi takmış takıştırmış, bunu sadeleştirmeye çalışıyoruz. Ters köşeler yaptırmayı öğütlüyoruz. “Payet giyiyorsan altına geçir bir sneaker ya da üstüne fırfırlı bir şey değil de beyaz bir gömlek giy” diyoruz. Makyajla ilgili tavsiye veriyoruz. Mesela bizde yüzüne bronz sürünce bronz oldum ya da sağlıklı gözüküyorum sanıyorlar. Halbuki boya badana gibi duruyor! Ben de daha ince yapılarda, kendi tenlerine göre makyaj yapmaları konusunda tavsiyeler veriyorum.
- Bir kişinin kendine ait bir tarzı mutlaka olmalı mı sizce?
Bu aslında okuduğunuz okuldan, geldiğiniz ekolden yani her şeyden bir parça taşımak gibi. Herkeste olacak diye bir şey de yok tabii, bazısı hiç takmaz, giyer çıkar. Bir stil, tarz sahibi olmak bence bir yorum, kendinden bir şey katmak demek. Mesela giymeyeceğin şeylerin olması... Bir elbise güzel diye herkes giymemeli, vücuduna uyup uymamasının da dışında “Bu ben değilim, benim tarzım değil” diyebilmeliyiz.
- Siz kendi tarzınızı nasıl tanımlarsınız?
Ters köşeleri seviyorum sanırım. Şık bir elbiseyle spor ayakkabı veya çok spor bir parçayla stiletto. Tam kuralına uygun değil de kendimden bir çentik atmayı seviyorum. Mesela hiçbir şey yapmayıp kırmızı ruj sürmek ya da çok ağır bir elbise giyip hiç takı takmamak gibi. O çok uğraşılmış havadan nefret ediyorum. Doğalı seviyorum.
- Bir kadının dolabının vazgeçilmezi ne olmalı?
Klasik ama doğru siyah elbise hakikaten hayat kurtarıcı. Blazer ceket takıntım vardır benim mesela, o da çok kurtarıcıdır. Ayrıca bir sneaker, kumaş pantolon, cigarette pantolon, daha bol paça pantolon, deri ceket... Bir de jilet gibi, güzel kalıplı bir beyaz gömleğin olacak. Ben kırmızı veya beyaz elbise daha doğrusu tek rengin gücüne de inanıyorum, her gün başka bir şeyle kombinleyip her daim kullanılabiliyor.
- Siz hem manken hem sunucu hem oyuncu olarak tanınıyorsunuz. Peki siz kendinizi hangisine daha yakın görüyorsunuz?
Ben mankenlik yapmadım aslında. Ben televizyoncuyum, sunucuyum. İletişim fakültesi mezunuyum, hayalim de yönetmen olmaktı. Buralarda hiç gözüm de aklım da yoktu. Okulda staj yapmaya gittiğimizde fiziğimden ötürü “Arkada olmaz geç bakalım öne” dediler ve “Çiçek Taksi” dizisiyle başladım. Hayatımın da en güzel, en keyifli dönemiydi diyebilirim. Beni hâlâ hiçbir yerden tanımayıp, “Çiçek Taksi”den tanıyan var.
- O zamandan beri sizi çok fazla oyunculuk yaparken görmedik. Tekrar uzun süreli bir iş yapmayı düşünmez misiniz?
Düşünmüyorum değil de kendimi oyuncu olarak görmediğim için... Çok teklif geldi ama bir kere set saatleri çok zor, iki çocukla daha da zor, ben onu kaldıramam. Büyük de konuşmamak lazım tabii, öyle içime siner ki yapacağım derim ama yapacağıma, o role gireceğime inanırsam... Ben kendini çok iyi bilen biriyim, farkındayımdır neyi yaparım, neyi yapamam.
“Oğullarım yanıma oturmak için kavga ediyorlar”
- Sizin hiç gardırop savaşı yaşadığınız biri oldu mu?
Ben tek çocuğum, yaşamadım ama oğullarım arasında oluyor. Her şey aynı sayıda alınıyor ya da aynı şeyin farklı desenlisini alıyorum diyelim ikisi de birbirininkini istiyor. Pijamada bile sıra var bizde ve kesinlikle unutmuyorlar, kesinlikle karıştırmıyorlar.
- İki oğlunuz, bir de eşiniz Murat (Saygı) beyle evde üç erkek oluyor. Üç erkekli bir hayat zor mu?
Çok güzel, çok keyifli. Herkes “Kızı olmayan çocuğum var demesin” falan der ama ben de hep erkek istemişimdir, belki kızım da olur kısmet ama erkek çocuğu çok severim. İkisi de erkek olduğu için de çok mutluyum. Evde şöyle şeyler var mesela, ki Murat buna çok bozuluyor, yemek sırası; her gün biri oturuyor yanıma. Dışarı yemeğe gidiyoruz yanıma kim oturacak kavgasından yarım saat oturamıyoruz. Murat’a sinir geliyor artık.
- Başka neler yapıyorsunuz?
En azından bir şeylere faydam olsun diye inandığım projelerde yer alıyorum. Onun dışında günüm çocuklarla başlıyor, kahvaltı, spor, eş dostla buluşma şeklinde devam ediyor. Bir de yüksek lisans yapıyorum Arel Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde. Şimdi dondurdum ama yine devam edeceğim.
- Hep çok hoşsunuz, formunuzu korumak için özel bir şeyler yapıyor musunuz?
Küçüklüğümden beri ata biniyorum, tek bırakmadığım spor o. Ömrümün sonuna kadar da binmek istiyorum. Bence onun her anlamda çok büyük faydası oluyor. Hem kafa dağıtma hem duruş olarak. Ayrıca kişisel eğitmenle spor yapıyorum haftada üç gün. Pilatese çok inanıyorum. Kilo kaybetmesen bile daralıyorsun. Yürüyüş yapıyorum.