23.01.2021 - 03:09 | Son Güncellenme:
Daha kapalı devre yaşadığı bir dönemde açtı içini bize Tuba Ünsal, “Bir gün uyandım ve o günün telaşını yaşarken bir anda ‘Instagram’a bir şey post etmek gerekiyor’ diye hayıflanırken buldum kendimi. Sonra sosyal medya platformlarının hayatımızda durduğu yeri düşündüm. Bir nevi esir olma hali” diyor. Online eğitimle birlikte yaşadığı zorluğuysa “Yoruldum” diye samimiyetle itiraf ediyor. Diğer yandan bilgiye erişimin kolaylığından yararlanıp Harvard’da derslere katılmış bu dönemde. Aldatmanın psikolojisini anlatıyor diye tarif ettiği son filmi “Sadece Bir Gece”nin çekimleri ise yakın zamanda tamamlanmış. Tüm bu yoğunluğun içerisinde Yeditepe Üniversitesi’nde 25 Ocak’ta başlayacak “Yenilenen Sanat Anlayışı” derslerinde alanının uzmanı kişilerle sanat nereye evriliyora yanıt arayacak. “İlk kez görünür olmayı seçmedim” dediği günlerde Tuba Ünsal’la konuştuk.
- Geçtiğimiz bahar döneminden sonra bir kez daha öğrencilerin karşısına çıkacaksınız Yeditepe Üniversitesi’nde… Bu nasıl bir deneyim, nasıl hissettiriyor?
Yeditepe Üniversitesi kültür ve sanat yönetimiyle pandemi öncesinde atölye yapma fikrini geliştirmiştik. Pandemiden sonra fiziksel olamasa da online olmasının avantajını yaşadık. Akademik hayatıma baktığımda üniversitede edindiğim bilgilerin büyük bir çoğunluğunu okulumuzdaki konferanslardan, sevdiğim, takip ettiğim sinemacıların, yazarların hayat yolculuklarından edindiğimi gördüm. Bu sebeple kariyerim boyunca mutlaka okullarda konferanslara katılmayı ve ben yapabildiysem sen de yapabilirsini olabilecek en yalın ve süssüz haliyle anlatmaya çalıştım. Yeditepe’deki fikir geliştirme atölyesi de buradan yola çıkarak yaptığım bir çalışmaydı. Fikrin evrilip gerçekleşme sürecinde ne yapmak gerekiyoru konuştuk. Şimdi de değişen hayatın sanata etkilerini birlikte araştıracağız. Emin Alper ile başlıyoruz. Hüseyin Çağlayan, Haluk Tatar, Ardan Özmenoğlu, Emre Şahin gibi alanında fikir sahibi insanlarla olacağız.
- Yenilenen sanat anlayışını alanında uzman kişilerle işleyeceksiniz her derste. Peki, sizce sanat nereye evriliyor?
Pandemi döneminde her şeyin zorluğunun yanı sıra bilgiye erişim çok kolaylaştı. Ben Harvard edx programında iklim krizinin insan sağlığına etkileriyle ilgili online ders serisine katıldım mesela. Bilgiye erişimin kolaylaşması hayatımızı o kadar kritik noktalarda etkiliyor ki bu bile sanatın değişiminde etkin. Tüm pandemi online müze gezdik, şu anda kısa dijital tiyatrolar izliyoruz. Sanatın biricikliğinden götürmek yerine daha başka bir kitlenin de ilgi duymasını sağlıyor. Sinemada film izleme kavramı yavaş yavaş hayatımızdan çıkıyor. Önemli yapımları beyaz perdede hiç izlemeden dijital platformlarda izleyebiliyoruz. Üniversitede sinema ve televizyonla, fotoğraf ve video iki dal okudum. Kısa filmlerimde kurduğum dünyayla şu an aslında Instagram’da yarattığım içerik bazen çok kesişiyor. Sanat toplum için savını aslında bir nevi yaşıyoruz. Instagram’da üretilen kısa içerikler on binlerce insan tarafından izleniyor. Tüm bunları ve bilmediğimiz daha farklı detayları da alanının uzmanından dinleyip fikir sahibi olacağız. Ben de bu süreçte aslında öğreten değil öğrenen, merak eden pozisyonundayım.
- Doğum gününüzde yayınladığınızda mesajda “Bir süredir daha kapalı devre yaşadığım bir hayatım var. İlk kez görünür olmayı seçmediğim…” diye yazdınız. Daha kapalı devre bir yaşam, görünür olmamak nasıl hissettiriyor?
Bir gün uyandım ve o günün telaşını yaşarken bir anda “Instagram’a bir şey post etmek gerekiyor” diye hayıflanırken buldum kendimi. Sonra bu düşüncenin rahatsızlığını ve sosyal medya platformlarının hayatımızda durduğu yeri düşündüm. Bir nevi esir olma hali. Bir de son dönemde Instagram’a düzenli bir şey post etmezsen, onların yeni çıkardıkları ig’ler ya da canlı yayınları düzenli kullanmazsan seni algoritmada aşağılara düşürüyor. Ben daha çok insan beni izlesin iç güdüsüyle değil şurada kalsın micro günlük gibi döner döner bakarım hissiyatında olan bir kullanıcıyım. Bu durum da beni rahatsız etti ve bu sistemin daha fazla isteksiz parçası olmayacağım dedim. İnsanlarla hayatımın eğlenceli taraflarını paylaştığımı ama kötü hissettiğimde ortadan kaybolduğumu da fark ettim. Bu da temelde insanları kandırmanın diğer bir tarafı. Senin hayatına bakıp kendisininkiyle kıyaslıyor ve mutsuz oluyor. Diğer bir tarafı da uzun zamandır insanların hayatındayım, ne hayatımı teşhir ettim ne de sakladım. Ama artık her şeyiyle ortada olma hissinden yoruldum. Dünya başka bir yere evriliyor bu süreci iç dünyamıza kapanarak, varolma nedenlerimizi araştırarak geçirmenin doğruluğundayım ben. Dünyayı tanımak, doğayı anlamak, bu süreçte mesai harcadığım şeyler.
“GECELERİ RÜYAMDA SAHNEDE OLDUĞUMU GÖRÜYORUM”
- “Kürk Mantolu Madonna”yı büyük bir emekle sahneye taşımıştınız. Pandemi sonrası için tiyatro ile ilgili yeni planlarınız var mı?
Beş yılım haftada minimum bir kere seyirci karşısında olmakla geçti. Bu süreçte her keyfin eşit tatminini buldum hayatta bir bunun bulamadım. Geceleri rüyamda sahnede olduğumu görüyorum. Seyircinin alkışlarını, birlikte yaşadığımız o coşkuyu özlüyorum. Seyircisiz oyun fikrine alışamadım, alışmak da istemiyorum. Her şey güzel olsun ve insanlar bizi evlerinden ekran başında değil yine tiyatro salonlarında izlesinler. Tiyatronun en büyük vazifelerinden biri insanları TV denilen kutudan uzaklaştırmak, hayattan farklı bir perspektif göstermektir. O tiyatroya gidiyor olma hazırlığını da özledim ben.
- Pandemide özellikle online eğitim ile birlikte ebeveynler farklı bir zorluk yaşıyor… Anne Tuba nasıl deneyimliyor pandemiyi?
Evden çalışmak zorunda olduğum dönem iki çocuğun eğitimi, onların Zoom bağlantıları, ödevleri çok yoruldum... Açıkçası ucunu da saldım. Fransız sisteminde okuyorlar ve benim bu takip edememe halim o sistemde pek kabul görmüyor. Kısaca yorgunum.
“ŞU AN HÂLÂ KOZMOPOLİTLİĞE İHTİYACIM VAR”
- Sizi o kadar genç yaşınızdan beri tanıyoruz ki… Tuba Ünsal 40 yaşına yaklaşıyor kulağa tuhaf geliyor. Bu daha az görünürlük, kapalı devre yaşamın yaşla bir ilişkisi var mı?
Bir yerde okumuştum insan ruhu dünyaya birden fazla gelirmiş. İlk gelenler “Baby soul” yani bebek ruh. Onlar ne kadar büyüse de aslında her şeye şaşıran daha çocuk gibi keşfetme meraklısı insan yapısıymış. Bazen de çevremizde öyle kimliklerle karşılaşıyoruz ki sanki doğduğunda adam adam doğmuş. Bence ben baby soul’lardanım. İçimdeki keşfetme isteği, yenilenme arzusu, hayata karşı merak beni olduğum insan yapıyor. Yaş çok tanımlamıyor benim insanları algılamamı. Daha çok geçirdiği zamanı ne kadar etkili kullanmış, ne öğrenmiş, ne katmış bu hayatta onun peşindeyim. Bir de coşkumu kaybetmemek için uğraşıyorum. İçimde küçük bir Tuba var o hiç büyümesin istiyorum. İçindeki çocukla barış halinde olmak seni daha sağlıklı bir psikolojide tutuyor. Ben sürekli içimdeki çocukla kontakt halindeyim.
- Mandalina bahçelerinde bir fotoğrafınızı paylaştınız takipçilerinizle. Daha kapalı devre yaşam doğaya daha yakın bir yere doğru evrilir mi? İstanbul’dan uzak olma fikrine ne kadar yakınsınız?
Seferihisar’dan bir proje için sadece bir geceliğine İğneada Longoz Ormanları’na gittik. İstanbul’dan uzak olmak değil istanbul’daki doğanın içinde olma fikrindeyim. Pandemide bir korunun yanına taşındım. Her gün ağaçlarla temasta olmak iyi geliyor. Belki gün gelir kimsenin olmadığı bir köyde yediğimi, içtiğimi üretip daha primitif bir yaşam şeklini seçerim ama şu an hâlâ o kozmopolitliğe ihtiyacım var.