19.04.2013 - 18:53 | Son Güncellenme:
YAZI DİZİSİ: SEMAVi EYiCE iLE iSTANBUL’A DAiR-4
Konumu dolayısıyla güvenli bir iç liman olan Haliç, hem Bizans hem de Osmanlı devrinde kullanılmıştı. Hatta Haliç’in her iki yakasında kurulan iskeleler, gençliğimde dahi faaldi. Örneğin halkın eski sofralarda kullanılan tuzluk ve biberliklere benzettiği için ‘Tuzluk’ adını taktığı vapur, 1950-60 yıllarına kadar çalıştı. Bu minicik ‘Tuzluk’lar, günde 1-2 kere Karaköy’den kalkar, zikzaklar yaparak Eyüp ve Kağıthane’ye kadar giderdi.
Bir de bugün Karaköy Köprüsü’nün Yeni Camii önündeki ucuna 10 adım mesafede Yemiş İskelesi vardı. Neredeyse denize kaymak üzereymiş gibi duran bu iskele, gayet pejmurde haldeydi. Tam Yemiş’te, bugün de ayakta kalan iki han vardır. Bunlardan biri olan Değirmen Han’ın çevresinde de Çardak İskelesi diye bir ufak bir yer vardır ki, adını çardak kahvehanesinden aldığını söylerler. Eskiden burada yeniçerilerin idare ettiği bir kahvehane, kahvehanenin başında da büyük bir asma çardağı varmış. Adı bu yüzden Çardak İskelesi’ymiş. Ancak bazıları bu adın yeniçeri çardağından değil, Çanakkale’nin küçük bir ilçesi olan Çardak’tan mal getiren gemilerin yanaştığı yer olduğu için Çardak İskelesi olduğu görüşünde. Adı her nereden gelirse gelsin, buranın asıl önemi şu: Yukarısında, yeniçeri ağasının sarayı var. Suçlu yeniçeriler o sarayda yargılandıktan sonra yokuş aşağı indiriliyor, bu Çardak İskelesi’nden kayığa bindirilip cezalandırılacağı veya idam edileceği yere götürülüyordu.
Balkapanı Hanı’nın isim çelişkisi
Unkapanı’ysa, bütün İstanbul’un ununu yapan bir değirmen yeriydi. Oraya gelen buğdayı taşıyan tekneler için de herhalde bir iskele vardı. Muhakkak buğdayı oradan indiriyorlar, Unkapanı Fabrikası’na taşıyorlardı. Bunun gibi belli başlı başka malların da iskeleleri vardı tabii. Mesela hanlar bölgesinde Balkapanı Hanı var. Bu da Unkapanı gibi bilinen ve ismi yaşayan bir yer. Ama hakkında garip hipotezler de çıkmıyor değil. Mesela Balkapanı Hanı için, “İsmi baldan değil, Venedik balyosundan geliyor” derler. Biliyorsunuz, Venediklerin başındaki temsilciye ‘balyos’ deniyor. Hipoteze göre, o han Venediklere aitmiş. Venedik balyosu o handa barınıyormuş. Adı bu yüzden ‘Balkapanı’ymış... Ama bunlar zayıf ihtimaller tabii. Balkapanı, Bizans devrinden kalma, altında mahzeni olan kocaman bir han. Onun için yarısı Bizans, yarısı Osmanlı işidir.
Unutulan çarşı
Haliç’e doğruysa, bakımsızlıktan çamurla dolan ve Bedrettin Dalan zamanında yıktırılıp tamamen yok edilen sıra sıra dükkanlar görünürdü. Çeşitli malların alınıp satıldığı bu dükkanlarda, kuruyemişler çuvala doldurulup oradan gideceği yere sevk edilir veya İstanbul’dan alacak esnaf gider oradan alırdı. Burası İstanbul’da ahşap kalabilmiş, üstü kapalı son çarşıydı. İki tarafında sıra sıra dükkanlar vardı ve ortasındaki yolun üzeri de ahşap çatıyla kapalıydı. Bu haliyle tek örnekti; çünkü handaki çarşılar önce üstü açık yapılırdı. Zamanında yıktırılmasına karşı çok itirazlar olduysa da işe yaramadı. “Yeniden yapacağız, yeniden kuracağız” sözleri de tabii ki yerine getirilmedi. Hiçbir şey kurulmadı, yapılmadı.
Aşağıya sepet sarkıtılan hapishane
İstanbul’un önemli bir hapishanesi de, yine Haliç kıyısında, Zindankapı denilen sur yakınındaydı. Ancak 19’uncu yüzyıl başlarında Zindankapı adının kullanılması yasaklandı. Buradaki bir sur ve bitişiğindeki bazı yapılar hapishane olarak uzun yıllar kullanıldı; hatta bir ara yalnız kadınlar hapishanesi oldu. Mahkumların bu hapishanenin pencerelerinden aşağıya bir iple sepet sarkıttıkları ve gelip geçenden para topladıkları bilinir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında, İstanbul’a gelen Alman ressam Melchior Lorichs (veya Lorck), Haliç kıyısını gösteren deseninde, şimdiki Atatürk Köprüsü’nün ucuyla Atatürk Bulvarı’nın birleştiği yerde, artık var olmayan bir burcun da hapishane olduğunu resmin üzerindeki açıklamada belirtir. Desene dikkatle bakıldığında, üst bölümdeki bir pencereden sepetin sarkıtıldığı da görülür.
Denizci çarşısı da yok oldu
Haliç’in Galata tarafındaki yakasında da deniz malzemeleri yapan veya satan ustalar, sıra sıra dükkanlarda çalışırlardı. Bu dükkanlar yine Bedrettin Dalan zamanında ortadan kaldırılıncaya kadar faaliyetlerini sürdürdü. Buradaki bir han, yelkenlerin dikildiği; kürek, direk, halat, zincir, gemi çıpası gibi malzemeler satan Yelkenciler Hanı’ydı. Tarih boyunca burada varlığını sürdüren bu alışveriş kolları bugün bütünüyle ortadan kalkmıştır.
İstanbul, Osmanlı ve Bizans sanatı alanlarında çalışmalara imza atan sanat tarihçisi Semavi Eyice, hayatına ve şehre dair anılarını tek bir kitapta topladı. İBB Kültür A.Ş.’nin yayımladığı ‘Semavi Eyice ile İstanbul’a Dair’ adlı kitapta, şehrin sosyal ve kültürel tarihi, Eyice’nin gözlemleriyle anlatılıyor.
Tahtakale Hasırcılar Sokağı’ndaki Balkapanı Hanı.
Fotoğraf: Ramazan Bedük
YARIN: iSTANBUL’UN YANGINLARI