Dün kızıma 23 Nisan’ı neden kutladığımızı bilip, bilmediğini sordum. Onun için gerçekten ne ifade ediyordu? Sadece büyüklerin kutlamasını söylediği bir gün müydü, yoksa içinde gerçek bir anlamı var mıydı? Sohbet bu şekilde devam ederken, “Meraklı Çocuklar için Felsefi Hikayeler” kitabını okuduk. Kitaptaki hikayelerden birinde, altı kör adamın, bir filin farklı yerlerine dokunarak, filin nasıl bir şey olduğunu tarif edişleri anlatılıyordu. Her biri kendi deneyiminin doğruluğunu savunuyordu. Bu hikaye bize harika bir sohbet kapısı araladı. Merak etmenin, soru sormanın, olaylara kendi sadece kendi bakış açımızla değil, başka insanların bakış açılarıyla bakabilmenin öneminden konuştuk. Hayatı sadece kendi sınırlı deneyimlerimizden görürsek, içinde yaşadığımız zenginliğin farkında olmayız. Ne kadar çok soru sorar ve başka deneyimleri dinlersek, dünyamız o kadar zenginleşir. Sınırsız bilginin ve bu her şeyin bir tık uzakta olduğu kolay dünyanın içinde bile çok fakir olabiliriz. Soru sormaz, sorgulamaz ve farklı deneyimleri dinlemez isek.
İçinde yaşadığımız bilgi çağında, her bilgiyi sorgulaması gerektiğini söyleyince, “kendimi de sorgulayabilir miyim?” dedi. Evet kızım, kendini de sorgulamalısın. Hem de her zaman. Yaşamı, “doğru-yanlış”, “iyi-kötü” ile sınırlamak, bu güzel hayata yapılan en büyük haksızlık bence.
Toplumsal saygı
İsviçre’de yaşayan bir arkadaşımız, oradaki marketlerin çalışma prensiplerini anlatınca, keşke aynısını biz de yapsak diye imrendim. Korona virüs nedeniyle, hemen her dükkanın kapalı olduğunu, sadece süpermarketlerin açık olduğunu ve onların da belirli sayıda insan aldığından bahsederken, süpermarketlerin gıda dışı tüm reyonlarının da kapalı olduğunu söyledi. Bunun nedeni ise tabii ki toplumsal saygı. Rekabeti değil, dayanışmayı öncelik yapmak! Giyim, kırtasiye, mutfak ve banyo malzemeleri gibi ürünler satan rakip dükkanlar kapalı iken, bu olağanüstü durumdan faydalanmamak adına onlar da bu reyonlarını kapamışlar. Bence bu sadece bu günlerde değil, genel olarak toplumsal yaşama kültürünün, birbirinin ayağına basmadan, nasıl yan yana ve omuz omuza yaşanabileceğinin çok güzel bir örneği. Maskelerin karaborsaya düştüğü, insanların zor zamanlarından faydalanıldığı, göçmenlere 3 katına ev kiralandığı güzel ülkemizde de Çocuklara model olmak, öğretmek adına keşke bizim ülkemizde de olsa bu tip uygulamalar.
En büyük 2 korkum
Evlerde olduğumuz şu günlerde iki korkumdan biri diş ağrısı çekmekti. Korktuğum başıma geldi. Geçen hafta durduk yere dişim ağrımaya başladı ve panik halde dişçimi aradım. Tabii ki geçici bir çözüm olarak ağrımı dindirici ilaçlar verdi. Sanırım bu korkunun sebebi, uzun yıllar dişlerimden çok çekmemdi. İkinci korkum ise, evin her tarafındaki açık ekranlara, olur olmadık bir halde yakalanmak! Bu korkumun sebebi de, geçtiğimiz haftalarda işini evden yaparken, video konferans yaptığını unutup, açık kamera ile tuvalete giren kadın! Önümde açık bilgisayarım, arkamda çocuğun online dersi, sağımda eşimin görüntülü toplantısı, öbür tarafta online bir eğitim falan derken her yer ekran, her yer canlı, her yer görüntülü. Biri bizi gözetliyor gibi hissediyorum. Ve tıpkı o programdaki gibi buna alışıp, unutmaktan ve olur olmadık bir hal ile yakalanmaktan korkuyorum. Bur sefer korktuğum başıma gelmez umarım!
Ne yapsak? / Çocuğunuzla, çocukluğunuza yolculuk yapın
Hazır dün 23 Nisan nostaljisi yaşamışken, alın size şahane bir öneri: Çıkarın fotoğraf albümlerini. Kendinizin, aile büyüklerinin fotoğraflarını, mektupları, tüm eski, özel anıları. Çocuklarınızla birlikte, çocukluğunuza yolculuk yapın. Bir zamanlar sizin de çocuk olduğunuzu görsünler. Tahmin etmeye çalışsınlar fotoğraflardan, kimin çocukluğu olduğunu. Eski günlerin, bugünden nasıl da farklı olduğunu öğrensinler. Ama daha da önemlisi, siz de içinizdeki küçük çocuğu ziyaret edin.