Dünyaca ünlü ilişki ve çift terapisti Stan Tatkin, katıldığım bir eğitiminde, güvenli bağlanan ilişkileri anlatırken, “İnsan bencildir, çıkarcıdır. Önce kendi ihtiyaçlarını düşünür, kendi gibi düşünmeyeni sevmez” demişti. O yüzden ilişkilere yatırım yapmak için, bilinçli bir efor sarf etmek gerektiğinden bahsetmişti.
Hem fiziksel hem düşünsel olarak kendi gibi olmayanı dışlamak, insan beyninin bir savunma mekanizması. İlkel beynimizin bir oyunu bu bize. Kaç, savaş ya da don taktiği. “Bu sana benzemiyor, tehlikeli olabilir. Kaç kurtul ondan ya da yok et” diyor yani. Ancak elbette artık ormanda yaşamıyoruz ve elbette sadece sürüngen beynimiz değil bizi yöneten. İnsanı insan yapan, toplumsal hayat içinde var olmasını sağlayan onlarca yeteneğimiz, yüksek kapasitemiz ve değer sistemimiz var. Tüm mesele; var olan bu kaynağı nasıl kullanıp, zenginleştirdiğimizde.
Şu an Amerika’yı yangın yerine çeviren George Floyd olayı, yeni bir hikâye değil ne yazık ki. Dünyanın her yerinde, insan var olduğundan beri, aynı ırkçılık, aynı ötekileştirme, kendinden olmayanı yok sayma hikâyesi yaşanıyor. Sadece daha görünür oldu. Peki bu görünürlük, ilk olmayan bu hikâyenin son olmasını sağlar mı? Eski eşi tarafından, kızının gözü önünde öldürülen Emine Bulut’un görüntülerinin yayınlanması, kadına şiddeti sona erdirdi mi?
Kızım evde konuşulanları duyup, bana “Neden?” diye sorduğunda, verecek bir cevap dahi bulamadım. Çünkü hiçbir açıklama bunun nedeni olamaz! Ve sonra üzerine düşündüm; benim gibi yaşamayan, benim gibi düşünmeyen ya da benim gibi görünmeyenlere nasıl yaklaşıyorum? Mesafeli miyim? Tahammül edemiyor muyum? Her halimle yok mu sayıyorum? Yoksa anlamak, anlamasam da saygı duymak, dinlemek, görebilmek için çabalıyor muyum? Bu meselenin nedenini çok uzaklarda aramamalı. Tam da en yakın ilişkilerimde, evimin içinde, temas ettiğim küçük dünyamda başlıyor bütün mesele. Ve her halimle, tavrımla, ilişki kurma biçimimle, ilmek ilmek işliyorum çocuğumun zihnine de. O yüzden hep dediğim gibi sevgili anne-babalar; yine bize çok iş düşüyor!
Öneri: Gerçek bir olaydan uyarlama olan “When They See Us” dizisini gectigimiz aylarda izlemiştim. 1989’da yaşları 14-16 arasında değişen beş siyahi genç, aleyhlerinde tek bir delil bile yokken, Central Park’ta koşuya çıkan beyaz bir kadını darp edip ona tecavüz etmekle suçlanıyorlar. Gençler kamuoyu baskısı ile hiçbir delil yokken suçlu bulunup hapse atılıyorlar. Hatta o dönem is adamı olan Trump, gazetede ilan verip, bir an önce asılmalarını istemiş.
Yıllarca hapiste her tür işkence, tecavüz, dayak ve eziyet gören gençler, 2002’de esas suçlu itiraf edince serbest bırakılıyorlar. Adalet geç de olsa yerini buluyor ama çekilen acılar ve kayıp hayatların bedeli asla ödenmiyor. İzlemenizi tavsiye ederim.
İstanbul’da sosyal mesafe nasıl sağlanır?
1 Haziran itibariyle başlayan ‘yeni normal’ hayatımız, fazla mı ‘normal’ olmaya başladı acaba? Dün sokaklarda gördüğüm görüntüler beni tedirgin etti açıkçası. Örneğin restoran ve kafelere belli kurallar getirildi. Ancak bazı mekanlarda sosyal mesafeye dikkat edilirken, bazıları yine tıklım tıkıştı. Toplu taşıma araçlarındaki görüntüler de ne yazık ki korkutucu idi. Diyetisyenlerin 3 beyazı hayatımızdan çıkarmamız gerektiğini söylemeleri gibi, bilim kurulu uzmanları da, maske, el temizliği ve sosyal mesafe üçlüsünü hayatımıza sokmamız gerektiğini söylüyor. Peki, kilometrekareye 2 bin 987 kişinin düştüğü İstanbul’da, sosyal mesafe nasıl korunabilir? O toplu taşımaya binmeden işime nasıl gidebilirim? Ya da devlet okulunda okuyan çocuğumu, o sınıfa yollamayıp ne yapabilirim? Çocuğumu dışarı çıkardığımda, hangi parkta, bahçede sosyal mesafesini koruyabilirim? Kafamda cevabı olan ama karşılığı olmayan, deli sorular…