Evlerde kaldığımız süre arttıkça (ki son yaşanan olaylarla daha da artacağa benziyor) sinirler bozuluyor, ilişkiler geriliyor. Birlikte yaşamayı öğrenmeye çalışıyoruz ancak daha önce de defalarca yazdığım gibi, bazı evlerde hayat çok daha zor. Fiziksel ve sosyal izolasyon hem kadına şiddeti hem çocuğa istismarı artırdı. Üstelik sadece ülkemizde değil, dünyanın pek çok yerinde.
İngiltere İçişleri Bakanı Priti Patel, cumartesi günü yaptığı basın toplantısında, İngiltere’de ulusal ev içi şiddet yardım hatlarına gelen aramaların günlük bazda %120 oranında arttığını söyledi. Ev içi şiddet konusunda risk altında olanlara karşı #YalnızDeğilsiniz etiketi üzerinden ulusal çapta bir iletişim kampanyası başlatacaklarını ve evde şiddete uğrayan kişilerin güvenli yerlere alınmaları konusunda her türlü adımın atılacağını açıkladı.
“Normal şartlarda kadın ve çocukları ne kadar koruyabiliyoruz da, şimdi koruyacağız” diye düşünebiliriz. Ancak şu olağanüstü hâl bitene kadar, geçici de olsa, bir an önce bir önlem paketi devreye sokulmalı. “Evde Hayat Var” demekle olmuyor işte, bazı evlerde o hayat yok maalesef. Daha çok cinayet, daha çok şiddet, daha çok istismar olmadan hem hükümet hem STK’lar, hem de vatandaş olarak bizler el ele verip ulusal bir kampanyaya ortak olmalıyız.
Karantinadayım dönücem!
Günler, haftalar geçiyor. Kendime “Nasıl hissediyorsun?” diye soruyorum. İlk haftalar askerde gibi günleri sayıyordum, bitecek ve bizler işlerimizin başına, çocuklar okula dönecek, hayat normal rutininde akmaya devam edecek diye. Fakat son günlerde farkında olmadan saymayı da bunları düşünmeyi de bıraktığımı fark ettim. İçimde ‘sanki hayat, evin duvarları arasında’ hissi var. Evdeki herhangi bir eşya gibi, şu güzel bitki gibi falan hissediyorum kendimi. Öyle doğal, sıradan bir şeymiş gibi. Bu iyi mi/kötü mü/normal mi/değil mi bilmiyorum. Bir tanım yapmaya da gerek yok aslında. Bence güzel olan, bunu kendimize sorabilmek. Etraftaki tüm sesleri kapatıp, kendi sesimize kulak verebilmek. “Nasılım? “Nasıl hissediyorum?”, “Ne yapıyorum?”, “Ne bekliyorum?”, “Ne veriyorum?”.. bu sorular uzar gider. Bu soruları kendimize sorma şansımız belki de hiç olmadı şimdiye kadar. Şimdi tam sırası… Belki de bu sorular sayesinde, hayatımızın kalanı anlamlanacak. Bu sorular sayesinde gelecek daha güzel olacak.
Oyunla iyileşmek
Çocuklar stres ve kaygı yaratan konuları hemen oyuna çevirmeyi ve kendilerini tedavi etmeyi nasıl da iyi biliyor. Dün kızımın talebi ile bir oyun oynadık. O yatağın üstüne çıktı, ben de yatağın çevresinde dolaşıp onu yakalamaya çalışan ama asla yatağa çıkamayan korona mikrobu oldum. (Bakınız sokağa çıkma yasağı haberleri) Onu yakalayıp ısırmaya çalışırken attığımız kahkahalar şifalandırdı ikimizi de. Oyunun sonu güzel bir güreşme ile bitti ve tabii ki o beni yendi.
Ne oynasak? ‘Sıkıldım’ kavanozu
Evdeki boş bir kavanozu çocuğunuza verin. Üzerine istediği şekil ve renklerle ‘Sıkıldım’ yazsın ve içine her sıkıldığında açıp çekmesi için notlar koysun. Mesela “resim çiz, müzik dinle, bir arkadaşını ara” gibi yapmaktan keyif aldığı aktiviteleri yazabilir. Evde herkes aklına gelen küçük aktiviteleri yazıp, bu kavanozun içine atabilir. Böylelikle siz de kriz anlarında, etkinlik üretme stresinden kurtulmuş olursunuz.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024