Yukarıdaki deyiş, Sokrat’a ait. Özer Uçuran Çiller de “Düşüncenin Simyacılığı” kitabında, düşüncenin oluşumunu, ruhumuzun bağlantılarını, evreni inşa eden Tanrısal sistemi inceliyor. Çiller’in bu 7. kitabı, öncekileri tamamlayıcı ama onların çok önünde ve tahmin edileceğinden çok daha gerçekçi bir yaklaşım sergiliyor.
Çiller, Introducing Junk (Hyde&McGuinness) kitabında değinildiği gibi, iktisatçıların “dışa dönük düşünen tip” insana uyduğunu; enerjilerini öğrenmeye ve dış dünya ile ilgili bilgi toplamaya harcadıklarını, duygusal yönlerinin baskın olmadığını söylüyor. Çiller’in kitabında, “yeni simyacılık”ın esaslarını anlatıyor ve önemli yaklaşımlar ortaya atıyor; diyor ki:
* İnsan düşüncedir ve ne düşünüyorsa onu yaşar. Dolayısıyla yaşamın gerçek tanımı da düşüncedir. Güzel yaşam da olumlu düşüncedir. Eğer güzel yaşam, düşüncelerimizi ve dualarımızı gerçeğe dönüştürmek ise, bu fenomenin sırrını çözecek anahtar, düşüncenin simyacılığında aranmalıdır. Mutlu bir yaşam, kim olduğunuza ya da nelere sahip olduğunuza değil, tamamıyla ne düşündüğünüze bağlıdır.
* Düşünce akılsalcılık değil, zihinselciliktir. Akıl bedensellik de içeren bir kabiliyet iken, zeka zihinsellikle ilişkilidir. Akıl bir anlamda yazgımız, zeka ise Yaradan’ın bahşettiği kaderimizdir. Evren ve her şey zihindir. Düşünme zihnin faaliyetidir. Bütünü yani Yaradan’ı kavrayamayız, çünkü Yaradan “tin (ruh)” dur. Her şey Yaradansal enformasyonun yönlendirdiği enerjidir. Yani doğa, Yaradan’ın zihinselciliğidir.
Zeka ruhun işlevi...
* Benzer şekilde, düşüncelerimizin titreşim frekans gücünün, evrenin holografik yapısındaki bir parçacık içinde aynı bilgiyi ve titreşim frekansını taşıyan başka bir güç ile rezone olması sonucu, karşılıklı bilgi akışı gerçekleşir (Bazı filozoflar bu etkileşimi “ortak yan oluşumu” ile açıklıyorlar). Kişi, titreşim prensibi bilgisini zihinsel fenomene uygulayarak, başkalarının zihnini de etkileyebilir ve onlarda istediği zihinsel hali yaratabilir. Her insanın aurası kendine özgü bir titreşim frekansına sahiptir ve bio-enformasyonel rezonans tıbbının sırrı da burada saklıdır.
* Telafi yasası, “insan bir şeye sahipse, başka bir şeye de sahip değildir, denge gelecektir” der. Yaşamda her şeyin bir bedeli vardır. İnsan bir şeyler kazanıyorsa, başka şeylerden kaybediyordur. Sebep sonuç prensibi, bir anlamda ilahi adalet kavramına benzetilebilir. Mutlak kader ve genetik hastalıklar dışında, kişinin sağlığı, huzuru, mutluluğu, başarısı ve zenginliği tesadüflere değil, sadece o kişinin kendi doğru seçimlerine bağlıdır.
* Her ne kadar beyin hala bazı bilimsel sözlükler tarafından düşüncenin merkezi olarak tanımlansa da, bu görüş yanlıştır. Çünkü beyin düşünce üretmez. Zihin, canlıların duygu ve davranışlar dışındaki, ruhsal süreç ve etkinliklerinin bütünüdür. Tüm bu nedenlerle de, zeka beynin değil, “ruh”un bir işlevidir. Beynin görevi sadece kişinin kendi enerji bedenlerinden (eterik, duygusal, akılsal ve ruhsal enerji bedenlerinden) gelen bilinç akışını bireye iletmektir.
* Ruh, her düşünceyi, her duyguyu, her hissi, her sezişi kayda geçiren muhteşem bir bilgisayardır. Ruhun tüm faaliyetlerinin depolandığı yer ise bu süptil bilgisayarın belleğidir. Süptil bilgisayarda ruhsal bedenin yedinci çakrası olan taç çarkadır. Taç çarka ruhsal beyindir ve Tanrısal sistemin etkisindedir. Taç çarka fiziksel bedeni kozmosa bağlayan bir enerji mekanizmasıdır. İnançlı kişi, taç çakra sayesinde, Tanrısal sistem ile de sürekli iletişim kurabilir.
Mutlak kader ve yazgı
* Dolayısıyla, zihnin ve aklın var olduğuna inanıyorsak, Tanrı’nın varlığına da inanmalıyız. Kısaca, “mutlak kader” Yaradan’ın olacakları bilmesi; değişken kader, yani “yazgı” ise, Yaradan’ın kişilerin gayretlerine göre belirlediği takdiridir.
* Ruh, “ben”den etkilendiği gibi Tanrısal sistemin yönlendirdiği bilgi akışından da etkilenir. Ruh, işlevini adeta Tanrısal sistem modemli bir bilgisayar konumundaki taç çakra ile yönetir. Söz konusu bilgisayarın önemli bir kullanıcısı da “ben”dir.
* Amigdala (Beynin alt tabakasındaki küçük bir bez)’nın keşfi, bir kez daha göstermiştir ki, fiziksel beynimiz düşünce üretmez. Emosyonel uyarı daha kortekse, yani fiziksel beyine gelmeden önce Amigdala’ya ulaşır. Amigdala fenomeni de göstermiştir ki, insanın patronu fiziksel beden değil, onun gerçek patronu ruhsal bedendir.
* Ölümle birlikte astral seyahatine çıkan ruh, atmosferin iyonosfer katmanındaki yeni mekanında yaşamına devam eder. Anonim bir söze göre “yaşamak seyahate çıkmak, ölmek ise eve dönmektir.”
Yaşam düşüncedir, dolayısıyla yaşam kalitemizin niteliği neyi, nasıl düşündüğümüze bağlıdır.