Yaman Törüner

Yaman Törüner

yaman.toruner@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Hemen hemen her ticari kuruluşun, kâr edinceye kadar geçen süreç içinde, mali bir kaynağa ihtiyacı vardır. Yapılan araştırmalar, özellikle KOBİ’lerin, ülkelere göre değişse de, sadece yüzde 5 - 10’unun kuruluş sırasında kaynağa ihtiyacı olmadığını gösteriyor.
İhtiyaç olan para, ya kredi olarak bulunacak ya da ticari kuruluşa yeni yatırımcılar gerekecektir. Bunlar dışında, devlet, uluslararası kuruluşlar veya akrabalar tarafından karşılıksız olarak yapılacak yardımlar söz konusu olabilir. Ancak, bizde iktidara yakın olunmadıkça, devlet yardımı almak imkânsız gibidir.
Borç veren faiz ister
Genellikle, büyük miktarlardaki para, belli bir süre için, faiz ödenmesi karşılığında bankalardan alınır. Devlet bankaları, işe yeni başlayan KOBİ’ler için daha düşük faizle kredi verebilirler. Gelişmiş ülkelerde, bizdeki Odalar Birliği benzeri kuruluşlar da, belli sektörleri desteklemek amacı ile, düşük faizli kredi sağlarlar. Bizde, şimdilik, Odalar ve Borsalar Birliği’nden bu yolda faydalanılamıyor.
Faktöring şirketleri, verdikleri teminat karşılığı bankalardan para alıp, bu maliyeti de kredi faizlerine yansıttıklarından, daha yüksek faizlerle ve nispeten daha kısa sürelerle fonlama yaparlar. Faktöring şirketlerinin aldıkları teminat, genellikle şirketlerin henüz gerçekleşmemiş olan alacaklarıdır.
Gelişmiş ülkelerde, bankalar, şirket hesaplarının bir süre için eksi bakiyelere düşmesine izin verirler. Bu olanak, bizde de, çok limitli olmak üzere, bazı bankalarda vardır. Ancak, bu çeşit “kırmızı bakiye” için, olması gerektiğinden yüksek faiz alınır. Kredi kartları kullanılarak yapılacak borçlanmalar, bizde de, her ülkede olduğu gibi en pahalı finans kaynağıdır ve sakınılması gerekir.
Gelişmiş ülkelerde, internet üzerinden çalışan; kişisel, doğrudan kredi olanakları da vardır. Bunlar, nispeten yüksek faizli, bono veya çek alınarak yapılan, güvene dayalı anlaşmalardır. Ülkemizde henüz yoktur.
Yatırımcı hisse alır
Yeni kurulan şirket veya ticari kuruluşlar, hisselerinin bir kısmı karşılığında yatırımcı bulabilirler. Bunun için öncelikle, ehil kuruluşlara bir “iş planı” hazırlatmaları gerekir. İlk aşamalarda, hisse satmak, “borsaya açılmak” anlamında değildir. Ticari şirket sahiplerinin yakınları, hisse almak karşılığında, şirketlere para yatırabilirler.
Gelişmiş ülkelerde, yine internet aracılığı ile, “küçük miktarlarda birikimi” olan kişiler, yeni firmaları desteklemek ve zaman içinde çok para kazanmak adına, tasarruflarını bu şirketlere yönlendirirler. Bizde, bu sistemlerin esası geliştirilmemiş; özellikle, yurt dışındaki işçilerden toplanan bu cins paralar, batıp gitmiştir.
Son zamanlarda ülkemizde de ortaya çıkan “melek yatırımcılar”ın amacı, para kazanmaktan çok, para yatırdıkları şirketin başarılı olduğunu görmektir. “Risk sermayesi” ise, yeni şirketlere, “melekler” gibi para yatıran, ancak gelecekte ciddi kâr beklentisi olan yatırımcılardır. Bunlar, genellikle, kâr ışığını gördüklerinde, yatırıma başlarlar.
İster kredi alsınlar, isterse yatırımcı bulsunlar, yeni kurulan ticari işletmenin en temel hedefi, bir an önce kâra geçmek olmalıdır. Firmaların kâra geçme süresini kısaltmak üzere, gelişmiş ülkelerde, üniversiteler ve kâr amacı gütmeyen vakıflar yardımcı olurlar. Bunlar, yeni firmalara para almadan eğitim verirler; teknik yardım sağlarlar ve firmalar adına bankalarla ya da yatırımcılarla ilişki kurarlar. Bu da, bizde mutlaka geliştirilmesi gereken, bir sistem olarak görünüyor.