Büyümeden fedakarlık yaparak cari açığı kapatmaya çalışıyoruz. Sonuçta, büyüme oranımız ABD gibi çok güçlü bir ekonominin seviyesine indi. Bu gidişle, ekonomi yönetimi Nobel ödülü alacak ama biz yerimizde sayacağız. Büyüme oranımızı mutlaka arttırmalıyız.
* Bütçe açığımız artıyor. Bu da etkin bir vergi yönetimi olmadığını ve yeterli özelleştirme yapılamadığını gösteriyor. Ayrıca, popülist harcama yapıldığının da bir göstergesi. Bütçe açıklarının daha da artmamasına dikkat etmeliyiz.
* İç talebin büyümeye verdiği destek “eksi”ye dönüştü. Global krizin başlamasından sonra ilk kez böyle bir olguyla karşılaşılıyor. Özel sektör harcamaları da özel sektör yatırımları da düşüyor. Bu yıl özel sektör yatırımları %1.97 oranında büyümeyi yavaşlatıcı etki yaptı. Özel sektör yatırımlarını arttırıcı tedbirler almalıyız.
* Bu yıl beklenilen %2.9’luk büyüme ihracatın net katkısı sayesinde gerçekleşecek. Bu yılki ihracat büyümesinin %5.7 olması bekleniyor. İhracatın büyümeye katkısının sürdürülmesi için döviz kurlarında aşırı oynaklığa ve Türk Lirası’nın değer kazanmasına izin vermemeliyiz.
* Geçen yıl cari açık GSMH’mizin %10’u iken, bu yıl %7’sine düşüyor. Alınan sonuç başarılı olmasına rağmen, yine de yaklaşık 60 milyar dolar seviyesinde bir cari açıkla karşılaşacağız. Cari açığın finansmanının sadece %35’i, doğrudan yabancı yatırımlar ve uzun vadeli sermaye hareketleri ile karşılanabiliyor. Kısa vadeli döviz girişlerinin cari açığın finansmanında %44 oranında rol oynadığını görüyoruz. Bu durumda, doğrudan yabancı yatırımları arttırmak zorundayız. Öte yandan, cari açığın düşmesinin ekonomik büyümeyi ciddi biçimde yavaşlattığı anlaşılıyor. Bu nedenle, cari açığın GSMH’nin %7’si olan oranını bir süre daha sabit tutmakta fayda var. Zaten, global krizin etkilerinin azalmasıyla cari açığımız da azalacaktır.
* Global ekonomide likiditenin artması ülkemize olan kısa ve uzun vadeli sermaye girişini arttırır. Bu durum Türk lirasının değer kazanması yönünde bir baskı oluşturur; ülkemizdeki kredi tabanının da büyümesi sonucunu doğurur. Global likiditenin artması genel bir enflasyon baskısını da beraberinde getirecektir. Merkez Bankamızın ve ekonomi yöneticilerinin bu gelişmeler karşısındaki görevi, mevcut dengeleri mümkün olduğunca korumak olmalıdır.
* Ülkemiz bu yılı %7’nin altında bir enflasyon oranı ile bitirecektir. Merkez Bankası, bankaların krediler için istediği faiz oranı kadar, mevduatın bankalara maliyetini de göz önünde tutmalı ve para politikasını buna göre belirlemelidir. Merkez Bankası yönetiminin şimdiki faiz oranlarını yılsonuna kadar sabit tutma yönünde bir eğilimi olduğu anlaşılıyor. Oysa, yukarıdaki hedefleri gerçekleştirmek adına, faiz seviyesinin %2 civarında daha düşürülme gereği var. Merkez Bankası’nın “borç verme faizi”ni düşürürken, “borç alma faizi”ni de düşürmesi ve bu iki seviye arasındaki marjı koruması gerekiyor.
* İMKB endeksi rekor seviyelerde yükselmiş olmasına rağmen yabancı paralar cinsinden hesaplandığında düşük seviyelerini korumakta ve yabancılara bir avantaj sunmamaktadır. Öte yandan, piyasanın ortalama “Fiyat/Kazanç” oranı, hala 5 yıllık “Fiyat/Kazanç” oranı ortalamasının üzerindedir. Borsalar ekonomilerin nabzıdır. Borsanın derinleşmesi için alınan ve alınması öngörülen tedbirleri yeterli görmüyorum. Doğal olarak, en önemli tedbir, siyasal ve ekonomik istikrarın korunması olacaktır.