Yaman Törüner

Yaman Törüner

yaman.toruner@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ülkeleri zenginleştiren, insan, sermaye ve fikir gücüdür. Nüfusun artmasını istemek, gelecek yıllardaki işçi sayısının artmasını istemektir. Yaklaşık % 2’nin altındaki nüfus artış oranı, gelecekteki genel nüfusun yaşlanmasına yol açar. Yeterli genç işçi sayısının olmaması ise, gelecekte büyümekte zorlanan bir ekonomi ile karşılaşılabileceği anlamına gelir. Ancak, yaşlanan nüfusun yaratacağı sorunlar ve gelecekteki işçi ihtiyacı, yabancı ülkelerden alınacak işçilerle de giderilebilir. Zaten, bu nedenle de artık, ülkelerin gelişmişlik endeksi, dışa açıklıkları ve hangi ölçüde yabancı işçi çalıştırabildikleriyle de belirlenebiliyor.

‘Maharetli işçi’ çok önemli
Nüfus artışı, bir ülkede gelecekteki işçi miktarını belirlerken; verimlilik ya da işçi başı düşen üretim, son sentezde her işçinin ne kadar kazanacağını belirler. Ülkelerin gelişmesi, işçilerin verimliliğindeki artışa; yani, maharetli işçi oranı ve sayısına bağlıdır. Diğer bir deyişle, işçi sayısından çok kalitesi önemlidir. Verimlilik artışı; sermaye artışına ve fikirlerdeki gelişime bağlıdır. Paul Romer’in (Stanford University) de dediği gibi, ekonomik büyüme çok yemek yapmaktan değil, lezzetli tabaklar hazırlamaktan geçer.
Ekonomilerin büyümesi için, çoğu zaman serbest seçimler gereklidir. Çünkü, halkı fakirleştiren hükümetler, genellikle iktidarı da kaybederler. Ancak, bir ters örnek olarak Çin, Kore, Şili’de olduğu gibi, bazı totaliter rejimlerde de ekonomik büyümelerin gerçekleştiğini görüyoruz.
Özgür seçimlerin olduğu yerlerde, serbest ekonomi kuralları daha rahatlıkla uygulanır ve piyasalar daha rahat çalışır. Dolayısıyla, hem müteşebbisler hem de işçiler daha çok kazanırlar. Çünkü, maharetli işçiler sayesinde işçi ücretleri artacak; verimlilik sayesinde de sermayedarların kârları yükselecektir. Açık ve şeffaf kuralların, güvenilir ve tarafsız yargı ile mülkiyet haklarının bulunması, yatırımcılar için kaçınılmaz ve olması gereken asgari ihtiyaçlardır.

Büyüme nasıl ölçülür?
Bir ülkenin büyümesi ölçülürken, ya harcama bazlı Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) ya gelir bazlı GSMH hesaplanır. Bir kişinin harcaması diğer kişinin geliri anlamına geldiği için, bu iki kavram birbirine eşit olması gerekirken çoğu zaman farklıdır. Dolayısıyla da, hükümetler büyümeden bahsederken işlerine gelen rakamı kullanırlar. Bu büyüme istatistikleri, toplumlardaki sosyal gelişme ya da mutluluğun bir göstergesi değildir.
Yeni fikirler ve buluşlar, yeni ürünlerin üretilmesini ve eski ürünlerin fiyatının düşmesini sağlayacaktır. Rekabet ise, ülkelerin ve şirketlerin birbirlerinin ürün ve fikirlerini kopya etmelerini ve daha iyileriyle piyasaya gelmelerini sağlayan bir serbest piyasa prensibidir.
Her üretim sistemi ve her şirket zaman içinde bozulma ile karşılaşacak ya da batacaktır. Değişen sadece, bozulmanın veya yok oluşun nedenidir. Biz bu gelişmelere “dalgalanma (teorisi)” diyoruz.
Durgunluklar (recession), üretilen mallara karşı talebin azaldığı dönemlerdir. Bu durumla karşılaşan ekonomilerde, merkez bankaları devreye girerek faiz oranlarının düşürülmesi ile düşük seviyelerde bulunan talebin artmasına çalışırlar. Ancak, finansal sistemin ciddi biçimde yara almış olması halinde, faizlerin düşürülmesi dahi, talep artışını sağlamayabilir. Bu durumda, ekonomideki durgunluk, yerini çöküşe (depression) bırakabilir. Çöküşün durdurulması, büyük ölçüde banka iflaslarının önlenmesine bağlı olduğu için, depresyon dönemlerinde alınan ekonomik kararlardaki öncelik, bankaları kurtarmak olur.