Bir dönem TBMM Başkan Vekilliği görevini de üstlenmiş olan Uluç Gürkan, ‘Atatürk’ün İzinde Türkiye Dünyayı Değiştirecektir’ isimli yeni okunması şart kitabında, yakından şahit olduğu birçok konuya da yer veriyor. Bunlardan birisi de Kemal Derviş’in getirilişi ve yaptıkları ile ilgili.
Derviş’in ekonominin başına getirilmesini Ecevit’e öneren ilk kişi, yakın arkadaşı IMF Başkan Yardımcısı Stanley Fischer oluyor. Şubat 2001 krizinin en sıcak günlerinde, Stanley Fisher, Başbakan Bülent Ecevit’i arayarak ekonominin Kemal Derviş’e bırakılmasını önermiş. Ecevit’in Derviş için harekete geçmesi dönemin ABD Büyükelçisi Robert Pearson ile görüşmesi sonucunda gerçekleşmiş. Pearson, Ecevit görüşmesinin hemen ertesinde Ecevit’in hükümetteki sağ kolu Başkan Yardımcısı Hüsamettin Özkan ile buluşmuş.
Pearson-Özkan görüşmesinin yapıldığı saatlerde ABD Başkanı Bush’un özel bir mektubu, Cumhurbaşkanı Sezer’e ulaştırılmıştır. Bush bu mektupta, Türkiye’deki siyasal ve ekonomik reform ve yenileme çalışmalarına destek verdiğini kaydederek, “Sizin de IMF ile birlikte çalışmayı sürdürmenizi dilerim” mesajını iletmiştir.
Pearson-Özkan buluşması, Derviş konusunda Ecevit’in ikna edildiği ve konunun koalisyon ortaklarına duyurulması için Özkan’ın görevlendirilmesi olarak yorumlanırken; Bush’un Sezer’e mektubu Derviş’e karşı çıkılmaması konusunda bir tür uyarı diye değerlendirilmiştir.
Tanıyor muydu?
Kemal Derviş ismi Ecevit’e yabancı değildir. 1978 Dünya Bankası, Türkiye’de sanayileşmenin yavaşlatılmasını öğütleyen bir rapor yayınlamıştır. Özünde, başında Prof. Dr. Bilsay Kurunç’un olduğu Devlet Planlama Teşkilatı(DPT) tarafından hazırlanan Dördüncü Beş Yıllık Plana karşı olan bu raporda iki imza vardır: Sherman Robinson ve Kemal Derviş.
Bülent Ecevit bu rapordan etkilenmiş ve Dördüncü Plan’da öngörülen sanayileşme politikalarına olması gereken desteği sağlamamıştır.
Fransız Le Figaro gazetesine göre, Türkiye’ye, IMF’nin ‘yeddi eminliği’ yanında ‘ABD’nin Truva atı’ olarak da gönderilen Kemal Derviş, yalnızca ekonomi yönetimi konusunda değil, güncel siyasi gelişmeler dahil hemen her konuda etkin olmuştur.
ABD Büyükelçisi Pearson, Derviş göreve başlar başlamaz, Başbakanlık Merkez Binası’na gelerek Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz ile görüşmüştür. Ecevit, Pearson’a, programa ve Derviş’e siyasi desteğin tam olduğunu, halkın desteğinin de sağlanmaya çalışıldığını belirtmiştir.
Hasan Cemal’e göre, “(…) Kemal Derviş’in Washington görüşmelerinde ilginç ve hiç beklenmedik bir konu da ön plana çıktı: “Siyasi reform.” Derviş’le iki saatlik görüşmesinde Türkiye’de siyasal reform konusunu dile getiren Amerikan Hazine Bakanı Paul O’Neill oldu. CIA’nın yakın takibindeki Kemal Derviş’in Türkiye’deki ilk işi, “15 günde 15 yasa” sloganıyla somutlaşan “acı reçeteyi”, IMF kredisinin ilk diliminin serbest bırakılmasının şartı diye dayatmak olmuştur.
Yabancılar için
İhale Yasası ile kamu ihalelerine yabancılar için konulan sınırlamalar kaldırılmıştır. Tahkim Yasası ile yabancılık unsurunun bulunduğu kamu hizmetleriyle ilgili uyuşmazlıkların uluslararası mahkemelere taşınması sağlanmıştır. Telgraf ve Telefon Kanunu değiştirilerek, GSM şirketlerinin yabancılara satılmasına olanak yaratılmıştır.
Şeker Yasası ile şeker pancarlarında taban fiyatı kaldırılmış, şeker ithalatının önü açılarak Türkiye Cargill’in imtiyazına açılmıştır. Tütün Yasası ile TEKEL, çiftçi aleyhine, küresel şirketler lehine devreden çıkarılmış, tütün üretimine kota koyularak ithal tütünün önü açılmıştır. Sigara fabrikaları da satılınca, tütün piyasası yüzde 95 oranında yabancılara teslim edilmiştir.
Tuz Yasası ile tuz işletmelerinde devlet tekeli kaldırılmış, işletmeler satılmıştır. Doğalgaz Piyasası Yasası ile doğalgazda devlet tekeli kaldırılmış, yabancıların enerji sektörüne girmesinin yolu açılmıştır.
Bankacılık Yasası ile bankacılıkta devletin tasfiyesinin ve yabancılaşmanın altyapısı hazırlanmıştır. Bu arada Merkez Bankası’nın görev ve yetkileri kısıtlanmıştır. (Bu değişim kamuya ‘Merkez Bankası Bağımsız oldu’ diye anlatılmıştı-YT)
Bu yasaların hızla çıkması için dönemin milletvekilleri üzerindeki ‘vatan-millet’ edebiyatıyla oldukça ağır baskılar kurulmuştur. Direnen ilgili bakanlar istifa etmek zorunda bırakılmış, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in veto ettiği yasalar da yıldırım hızıyla Meclis’te tekrar görüşülerek kabul edilmiştir.
Böylece, ekonomi uluslararası finansman çevrelerinin doğrudan yönetimine giren Türkiye’nin, dünya oyuncusu olarak yükselen yıldızı büyük ölçüde sönmüştür. ‘Sözü olan ve dinlenen Türkiye’ imajının yerine, ekonomik baskılarla ‘söz dinletilen Türkiye’ algısı yerleşmeye başlamıştır.