Son günlerde içimde bir sıkıntı var. Birkaç gündür hiçbir işim rast gitmiyor. Tırnaklarım kırık, telefonum bozuk, enerjim bitik diye diye darallardan daral beğenirken bu sabah internette Merkür Retro'nun başladığı haberini gördüm. Hatta bu yazıyı bile ikinci kez yazıyorum!
İtiraf etmeliyim gezegenleri, tutulmaları, düşüncenin gücünü, enerji denen şeyi bilmeden, bu konular hakkında bilgi sahibi olmadan evvel çok daha mutlu bir insandım. Okudukça, öğrendikçe daha sakin ve tevekkül sahibi biri olmaya başladım. Günlük yaşantımda ya da hayatımdaki önemli konularda aksilikler yaşadığımda ağlar sızlar biraz isyan eder rahatlardım. Şimdi ise suçlayacak, isyan edecek kimsem yok. Biliyorum ki daha iyi hazırlansaydım, daha olumlu düşünseydim, daha çok isteseydim bunları yaşamazdım.
Ben bir astrolog değilim dolayısıyla size bu retro olayını tamamen bir son kullanıcı edasıyla açıklamaya çalışacağım.
Önce şu konuda bir anlaşalım... Merkür Retro dönemlerinde yeni atılımlar yapmaktan kaçının. Gezegenler yavaşlıyorsa sizin hızlı gitmenize izin vermez. Yeni bir işe mi başlayacaksın? Yooookkkk arkadaş otur biraz daha düşün, biraz daha hazırlan der sana. Yeni bir ilişkiye mi
Uzun bir zaman sonra bugün ilk defa bir şeyler yazma isteği düştü içime... Uzun uzun dertleşeyim sizinle istedim. Bilgisayarı açtım, üyeliğimi güncelledim, kendime büyük bir fincan kahve hazırlayıp yazmaya koyuldum. Uzun uzun dedemden bahsettim. Ne kadar iyi bir rol model olduğunu, anneannemi nasıl sevdiğini, nasıl düzenli ve disiplinli bir hayat yaşadığını, beslediği sokak kedilerini, büyüttüğü gül fidelerini ve şu an aklıma gelmeyen birçok şeyi anlattım satırlarca. Hem yazdım hem ağladım, hem ağladım hem anlattım. Son cümleyi yazdığımda bir anda ekrandaki tüm yazılar silindi. Peki dedim demek ki dedem bu kadar kendisinden bahsedilmesini istemedi. Vazgeçtim.
Şimdi size sadece dedemin ardından düşündüklerimden bahsedeceğim...
Ben çok dindar biri sayılmam. Cennet, cehennem inancım falan da yoktur. Dünyaya pişmek için geldiğimize ve deneyimleyeceğimiz şeyler bitene, ruhumuz tamamen aydınlanana kadar da defalarca gelmeye devam edeceğimize inanırım. Bu sebeptendir ki ölenlerden çok kalanlara üzülürüm.
Dedem 83 yaşındaydı. Yaşlılığı asla kabullenemezdi, en büyük korkusu elden ayaktan düşüp bakıma muhtaç olmak ya da anneannemden sonra ölmekti. Çok şükür
Mesleğim gereği televizyonlarda yayınlanan hemen hemen tüm moda programlarını izliyor, moda ve alışveriş dergilerini ve kanallarını takip ediyor, ünlü tasarımcıların kreasyonlarını inceliyorum senelerdir. Her zaman moda akımlarının sokağa yansıyış şekillerini ilgiyle izledim ama şu son dönemki kadar eğlenmemiş ve hayretler içinde kalmamıştım hiç.
"Sokakta cümbüş var"
İsmi lazım değil malum "moda ve reality show" herkesin aklını başından aldı. Muhtemelen gitgide artan bir rating ile neredeyse tüm ülkeye ulaşıyor. Kendi alanlarında uzmanlaşmış ya da uzman kabul edilen jüri üyeleri karşılarına gelen lookları kendilerince yorumlayıp puan veriyor, yanlışlarını söyleyip olması gerekenlerle alakalı fikir veriyor. Buraya kadar bir sıkıntı yok aslında. Hatta zamanında bunun sokağa faydalı yansıyabileceğine dair yorumlar da yapmıştım. Gelgelelim yarışmacıların birbirlerine yaptıkları yorumlar, dışarıda zaten bakkala giderken bile ne giyeceğini bulamayan kaybolmuş kesimin kafasını çorbaya çevirdi, devreler yandı.
Canım yurdumun canım özentileri bu programların bir show olduğunun farkına varamadı. Podyuma çıkan şımarık kızlarımızın şımarık konseptler uydurup o
"Amazon Ormanları'nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD'de fırtına kopmasına neden olabilir. Farklı bir örnekle bu, bir kelebeğin kanat çırpması, Dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir."
Edward N. Lorenz
Hayatınızda alabileceğiniz küçücük bir kararın, atacağınız herhangi bir adımın ya da ağzınızdan çıkabilecek herhangi bir kelimenin nelere sebep olabileceğini hiç düşündünüz mü? Ben sık sık düşünüyorum... Bu dünyada tesadüf diye birşey yoktur. Herşey muhteşem bir neden sonuç ilişkisi içerisinde birbirine bağlıdır. Ve henüz gerçekleşmemiş herşey değiştirilebilir. Öyleyse kader diye birşey yok mu? Evet var. Doğumun, ölümün ve aşk... Bu üç şeyin önüne geçemezsin.
Bu noktada birçok insanın büyük bir karamsarlık ve boşvermişlik içinde kaybolduğunu görüyorum. Oysa ki hayat ile ilgili belki de en doğru yorumu geçen sene bir röportajda okumuştum geçen yıl. "Yaşamak motor kullanmak gibidir, hayatınız daima baktığınız yöne doğru ilerler." demişti çok
Hayat bazen hepimizi içinden asla çıkamayacağımızı sandığımız bir noktaya getirip orada bir süreliğine bizi yalnız başımıza piç gibi bırakıverir. Hiç bir şey istediğimiz gibi gitmemekle birlikte hiçbirsey yolunda da gitmez. Olmasını beklediğimiz hiçbirsey olmaz ya da olmasını beklemediğimiz hersey olur birer birer.
Yorgunsunuzdur, keyifsizsinizdir, icinizden hiçbirsey yapmak gelmez! Boğazınıza kadar boka battığınızı hissedersiniz... Kimbilir belki de gercekten de boğazınıza kadar boka batmıssınızdır.
Etrafınıza şöyle bir bakının. Sizinle aynı hislere sahip kaç kişi var etrafınızda biliyor musunuz? Çok! Yaşadıkları farklı olsa da birçok kişi zaman zaman aynı şekilde yolun sonuna gelmiş gibi hisseder kendini. Bir de kendi hayatınıza dönüp bakın. Daha evvel de kendinizi bu kadar yalnız, yorgun ve umutsuz hissetmiştiniz değil mi? Hadi itiraf edin. Sonra ne oldu peki? Geçti değil mi? Geçmis olmalı! Bir şekilde hayatınız yoluna girdi ki şu anda hersey darmadağın olmuş gibi hissediyorsunuz...
Demek ki neymiş canlarım tüm sorunlar bir gun bir şekilde geçiyor ve hayatınız yoluna giriyormuş. Biliyorum kolay değil ama sorun her ne olursa olsun cevabı biraz delilik, biraz
Mutluluk ve mutsuzluk tam anlamıyla bir tercih meselesidir. Biraz baktığınız ,biraz incelediğiniz zaman herkesin kendine göre zor bir hayatı mutsuz olmak için milyonlarca sebebi olabildiğini göreceksiniz.Ben de o insanlardan biriyim ve tabii ki siz de... Hepimiz kendimize göre zor bir hayat yaşıyoruz. Kaç kişi "Ben kolay bir hayat yaşadım, kaderim ve Tanrım beni seviyor. Mutsuz olmak için sebebim yok" cümlesini duymuştur ki başkalarının ağzından. Ta derinden ve inanarak. Yok öyle birşey...
Yaşadığımız sürece bizi üzecek, mutsuz edecek onlarca, yüzlerce şeyle karşılaşacağız! Hasta olacağız belki mesela, terkedileceğiz, iflas edeceğiz, annelerimizi, çocuklarımızı, sevdiklerimizi kara toprağa vereceğiz... Ve gözyaşları içinde uzandığımız yatağımızdan gözyaşlarımız kurumuş olarak kalkacağız her sabah. Her sabah dünya bize nedenini, nasılını bilmediğimiz yepyeni oyunlar hazırlamış olacak ve biz nefes almaya devam edeceğiz...
Yaşamak, nefes almak başlı başına bir savaştır ve denildiği gibi "Savaşları güçlü olanlar değil, ancak ve ancak dayanıklı olanlar kazanır!". Dayanıklı olacağız bu yüzden. Farkında olmadığımız zamanlarda bile savaşmaya
Bazen bazı insanlar içine gömüldüğü hayatlarında boğulacak diye korkuyorum... Her yerlerde yazılıp çizilen, konuşulan bir 21. yüzyılın yalnızları var. Hiç düşündünüz mü neden yalnızlık bu yüzyılda daha çok düşünülür, dile getirilir oldu. İnternet, sosyal medya, televizyon... Hayır hiçbiri değil. Yalnızlık artık eskisinden de büyük bir sorun. Çünkü bu yüzyıl bencillik yüzyılı. Çünkü artık nerde nasıl davran'ma'mamız, kimseye taviz vermememiz, güçlü görünme kuralları gibi konularda atıp tutanlar arttı. Çünkü artık evreni bile kontrol edebilmek üzerine oyunlar oynuyoruz.
Bu yüzyıl bencillik yüzyılı. Neden ben yapacakmışım ki o yapsın'lar var artık. Aman çok sevmeyeyim şımarmasın'lar. O olmazsa başkası olur'lar. Kaçan bana kaçmasın da kime kaçarsa kaçsın'lar var bu yüzyılda. Daha şimdi aklıma gelmeyen birçok şey var. Bu yüzyıl bencillik yüzyılı. En çok ben kazanmalıyım, en güzel ben olmalıyım, ben konuşulmalıyım, ben dinlenmeliyim....BEN! BEN! BEN!
Bütün bu ben'ler arasında aslında önemsenmeyen, yaralanan, harcanan da hep o benlere dair hayatlar. Kimse farkında değil! Yapmalı mı yapmamalı mı gerek var mı yok mu diye düşünürken kimbilir ne çok şey kaçıyor. Oysa