“Yumurta dışarıdan kırılırsa omlet, içeriden kırılırsa civciv olur” demişler. Türkiye’nin son zamanlarda Doğu Akdeniz’de yaptığı hamleler bana bu sözü hatırlatıyor.
***
Ankara çok uzun zamandır bölgede kendisine karşı kurulan Güney Kıbrıs-Yunanistan-Mısır-İsrail blokunun adımlarını dikkatle takip ediyordu. Malum; ABD ve AB de Doğu Akdeniz’deki bu “enerji denkleminin” arkasında. Gitgide daha saldırgan hale gelen bu ittifaka karşı Türkiye ise bigâne kalmış görünüyordu. Meğer yumurtanın içinden civciv çıkması için vaktini bekliyormuş.
Türkiye’nin dahli
Aslında Türkiye Doğu Akdeniz denklemine 2011’den itibaren yavaş yavaş dahil olmaya başladı. Önce 2011’de KKTC ile “Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması” imzaladı. Oysaki o zamana kadar “Önce Kıbrıs meselesi çözülsün, sonra bölgede enerji denklemi kurulsun” görüşündeydi. Dolayısıyla, enerji konusunu Kıbrıs sorunundan ayrı tutarak, geleneksel tutumunu terk etmiş oldu.
2015’te ise satın aldığı Fatih ve Yavuz gemilerini Kıbrıs açıklarına gönderip, gelen itirazlara rağmen sondaj çalışmalarına başladı. Yani Doğu Akdeniz oyununda fiili olarak yerini aldı. Bununla eş zamanlı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık “Biz Kıbrıs’ta İngiltere ve Yunanistan’la birlikte üç garantör ülkeden biriyiz. Burada söz sahibi olan birileri varsa, sadece bu üç ülkedir” diyerek, Türkiye’nin uluslararası hukuka dayanan haklarını hep vurguladı.
***
Bu seyir böyle sakin devam ederken, geçtiğimiz hafta Ankara bir anda Libya ile “münhasır ekonomik bölge” (MEB) ilan ettiğini duyurdu. Tıpkı Rum tarafının 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan, 2011’de de İsrail ile MEB anlaşmaları imzaladığı gibi. Böylelikle Türkiye deniz alanını Batı Akdeniz’e kadar genişletmiş oldu.
Şimdi asıl mesele şu: Türkiye’nin ilan ettiği MEB, hem Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın kendilerine tanıdıkları yetki alanıyla birkaç noktada örtüşüyor. Hem de bölgedeki gazın Avrupa’ya taşınması için oluşturulan “Doğu Akdeniz Boru Hattı” (EastMed) bu alanın içinden geçiyor.
Dolayısıyla soru şu: Şimdi ne olacak?
EastMed artık zor
Karşımda bu sorunun cevabını en iyi alabileceğim kişi var: ABD’nin eski Bakü Büyükelçisi Matthew Bryza. Şu anda da ABD’nin en köklü düşünce kuruluşu olan Atlantik Konseyi’nin kıdemli araştırmacısı. Aynı zamanda İsrail’den Türkiye’ye uzanacak boru hattının görüşmelerini yapan Turcas Holding’in Yönetim Kurulu Üyesi.
“EastMed şimdi engellenecek mi?” diye sorduğumda, “Zaten amaç da bu” diye yanıtlıyor. “Türkiye çok cesur, çok iyi düşünülmüş yeni bir strateji izlemeye başladı. Libya anlaşması bizzat kendisi EastMed’i engellemez belki, ama zaten gerçekleşmesi zor olan bu projeye büyük bir engel daha çıkarmış oldu” diyor.
Bundan kastı şu: İlk başta İsrail ve Kıbrıs açıklarından çıkan gazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması planlanıyordu. Bryza da bizzat bu görüşmelerin içindeydi. Ama Ankara-Tel Aviv hattı kopunca, Mısır oyuna girip bölgedeki gazı Batı’ya taşıma fırsatını kaptı. İşte EastMed adı verilen bu proje güzergahı çok uzattığı için, boru hattı çok daha maliyetli duruma geldi. Zaten Bryza bu yüzden EastMed için “Finansal olarak anlamsız ve hiç çekici değil” diyor.
AB’nin tutumu
Bryza bu yeni denklemde AB’nin tutumunun kritik olduğu görüşünde. Avrupa Birliği aslında İsrail-Türkiye boru hattı konusunda hep “nötr” kaldı. Üyeleri Güney Kıbrıs ve Yunanistan karşı çıktıkları için. Ama Bryza’ya göre “2017’de Kıbrıs’ta çözüm sağlansaydı, AB bu hattı desteklerdi”.
AB, EastMed’e ise yine Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın baskıları nedeniyle destek verdi. Ancak buna rağmen Libya anlaşmasıyla ilgili “Tanımıyoruz” demekle yetindiler. Yani sanki gidişata bakıyor gibi bir halleri var.
Bryza, “Türkiye-AB ilişkileri şu anki halinde kalırsa, Libya anlaşması konusunda Türkiye ile ihtilafa girmek istemeyeceklerdir. EastMed’i de unutur giderler. Ancak ilişkiler daha kötüye giderse, Türkiye’yi EastMed’e destek vererek cezalandırmak isteyebilirler” diyor.
***
Bununla birlikte, şu anki denklemi değiştirebilecek asıl faktörün Türkiye’nin İsrail ve Güney Kıbrıs’la ilişkileri olduğunu vurguluyor. “İsrail’le anlaşma sağlanıp boru hattı kurulursa, ileride Lübnan ve hatta Suriye’deki gaz da Türkiye’den Avrupa’ya taşınabilir” diye önemli bir not düşüyor. Bu da Türkiye’nin bölgede -tarihte hiç olmadığı kadar- merkezi bir rol üstlenmesi demek.
Zaten devletin en üst erkânından peş peşe gelen açıklamalar da böyle bir vizyona işaret ediyor. İsrail ve Mısır’la kurulacak “enerji köprüleri” ufukta gibi.