Biliyor musunuz ki bu yıl ve önümüzdeki 10 yıl dünyamızı bekleyen en büyük 4 risk: Bulaşıcı hastalıklar, iklim krizi, biyolojik çeşitlilik kaybı ve su krizi. Bunu söyleyen ben değilim, Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 yılı Küresel Risk Raporu.
Farkındaysanız, en büyük küresel tehditlerin hepsi de doğal kaynak krizi. Daha yakından baktığınızda ise ilk 10 riskin 6’sı doğrudan iklim değişikliğiyle alakalı.
Daha önceleri Dünya Ekonomik Forumu her yıl düzenlediği Davos zirvesinde bu raporu hep açıklıyordu ve belirtilen en büyük riskler genelde terör, siber saldırı, kitle imha silahları gibi güvenlik tehditleriydi. Demek öyle bir noktaya gelmişiz ki doğaya verdiğimiz korkunç zarar yeryüzünün en tehlikeli sorunu haline gelmiş.
Su sıkıntısı olan ülke
Topyekûn bir yok oluşun içindeyiz aslında hepimiz. Bunun belki en vurucu işareti de “su”dan geliyor. İçtiğimiz, yıkandığımız, tükettiğimiz, harcadığımız sudan. Düşünün ki son 50 yılda Türkiye’deki sulak alanların yarısı kullanılamaz hale gelmiş. Yani ya su miktarı bitmiş ya da sağlıksız durumda. Ki bu, tam tamına 3 Van Gölü büyüklüğünde su demek. Risk sadece yüzey sularımızla da sınırlı değil. Yer altı sularımızın seviyesi de acil alarm veriyor. Türkiye artık su sıkıntısı çeken ülkeler arasında tanımlanıyor.
Şöyle ki kişi başına düşen yıllık su miktarı 1700 m3’ten fazla ise o ülke “su sorunu olmayan” ülke oluyor. Bu rakam yılda 1700-1000 arasında ise “su sıkıntısı olan”; 1.000-500 arasında ise “su kıtlığı olan” anlamına geliyor. Türkiye’de şu an kişi başına düşen su miktarı 1400 m3. Dolayısıyla, maalesef “su sıkıntısı olan” ülke.
Nüfusun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağını hesaba katınca, bu rakamın 1120’ye düşeceği ortaya çıkıyor.
Bu hesabı ortaya koyan, WWF-Türkiye’nin (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Bayar. WWF’in başlattığı Su Kampanyası’nın basın tanıtımında evvelsi gün konuşan Bayar’ın açıkladığı verilere göre, Türkiye’de neredeyse 4 kişiden birinin yaşadığı İstanbul değil sadece su sıkıntısı çeken. Ankara, İzmir, Gaziantep, Diyarbakır, Bursa, Mersin, Konya, Adana ve Antalya da bugün dünya üzerinde “su riski yüksek kentler” listesinde. Yani Türkiye’nin 10 şehri bu kara listede.
En üzücü haber ise şu: Türkiye’nin ana su kaynaklarından biri olan ve Türk insanına resmen hayat veren Büyük Menderes Nehri bugün can çekişiyor. Biliyor musunuz ki yediğimiz incirin %61’i, zeytinimizin %28’i ve pamuğumuzun %14’ü bu nehrin suladığı Aydın ilinden geliyor. Normalde yıllık 1.7 milyar metreküplük su potansiyeli olan Büyük Menderes, şu an “su riski taşıyan havza” kategorisinde! Bu yüzyılın sonuna doğru da havza sularının %50 oranında azalması öngörülüyor.
Tüm bunlar da hem bu sebze-meyveler yetişemeyecek demek, hem o suyun içindeki canlılar ölecek, hem de bizler ciddi su sıkıntısı çekeceğiz demek. Sonuçta, suyun yok oluşu bizim yok oluşumuz anlamına gelecek.
Sorun da çözüm de biziz
Peki ne yapmalıyız? Toplantıya katılan WWF’in Küresel Tatlısu Programı Başkanı Stuart Orr şunu defalarca vurguluyor: Dünyada su sıkıntısı çekilmesinin asıl sebebi küresel ısınma değil. Yani ortalama sıcaklıkların artması, yağışların azalması ve kuraklık ana neden değil. En önemli sebep, su yönetiminin olmaması. Buna örnek olarak da Güney Afrika’yı gösteriyor. Zira Cape Town kenti, modern çağda içme suyu tükenen ilk büyük kent oldu. Hem de bir liman şehri olmasına, yanı suyun kenarında bulunmasına rağmen! Ne büyük tezat değil mi?
Ki aynı tezat tüm dünya için geçerli. Birleşmiş Milletler’in (BM) son su raporuna göre, Dünya yüzeyinin yüzde 70’i suyla kaplı olmasına rağmen, 1.3 milyar insan temiz içme suyuna ulaşamıyor. 3 milyar insan da yılın en az bir ayında su sıkıntısı çekiyor. İnsanoğlunun 3’te ikisi su kıtlığı riskiyle karşı karşıya.
İşte Stuart Orr’a göre, bunun en büyük nedeni de su yönetimi. Zaten WWF-Türkiye de Türkiye’nin suyu için acil seferberlik çağrısında bulunuyor. Sanayide ve tarımda suyun doğru kullanılması en önemli madde. Zira tatlı suyun yüzde 70’inin kullanıldığı tarımda, sulama yöntemlerini iyileştirmek ve acilen damla sulamaya geçmek gerekiyor. Sanayide suyu kirletmeden ve verimli kullanmak, temiz üretim yatırımlarını teşvik etmek, enerji üretiminde açığa çıkan yüksek kimyasal içeren atık suların yüzeysel su kaynaklarına bırakılmasının önüne geçmek, denetimlerde sıfır tolerans yaklaşımı benimsemek, kentlerde dağıtım kayıplarını ve kaçakları önlemek ve elbette evlerimizde her damlayı tasarruf etmek, olmazsa olmazlar.
Bunu başarabilmek için de devletin, belediyelerin, iş dünyasının, akademinin acilen “çevre” konusunu ajandalarının en tepesine koymaları gerekiyor. Halkı bilinçlendirmek için seferberlik başlatılması da acil ihtiyaç.
Kısacası, suya karşı değil, suyla birlikte yaşamayı ve tüketmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Susuzluğa giden köprüden önceki son çıkıştayız.
NOT: Büyük Menderes Nehri’nin İç Ege’deki kaynağından denize döküldüğü noktaya kadar uzanan hikâyesi bugün itibarıyla http://suyunyolculugu.org.tr/ adresinden adım adım izlenebilecek.