Her kriz, sistemin kendini yenilemesi için bir fırsattır aslında. Mevcut sistemin zayıflıklarını, kırılganlıklarını ortaya saçar. Tam da bu yüzden tarihte her büyük savaştan ve salgından sonra yeni bir düzen kurulduğuna şahit olmuştur insanoğlu. Şimdi korona da bize dayandığımız küresel sistemin tüm aksaklıklarını gösteriyor. Bir bir. Böylece yeni bir sistemin doğmasına vesile oluyor.
***
Her şeyden önce, insan sağlığı mevzubahis olunca ortada dünyada hiçbir kurum, yaptırım, dayatma, dayanışma olmadığı açığa çıktı. Oysa ekonomi ve siyaset deyince, ortalıkta kurumdan geçilmiyor. Ama iş insan canına gelince, bu kadar esip gürleyen “uluslararası toplum” had safhada kifayetsiz kalıyor. Bu salgında ne Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ne Birleşmiş Milletler (BM) hiçbir işe yaramadı. Başkan Trump sadece ABD için yıllık 2 trilyon dolar yardım bütçesi açıklarken, BM tüm dünya için 2 milyar dolar ayırabildi!
Ama bu tablodan en kırılgan çıkan, küresel ekonomik sistem oldu. Bu salgın ekonomide hem arz hem talep tarafını vurunca, bir anda küresel tedarik zincirleri ve sanayi durdu. Sonuçta da gittiğimiz marketlerde raflar boş kaldı. Dahası, birçok ülke çok sert önlemler alıp sokağa çıkma yasağı ilan ederek ekonomiyi dondurabilirken... Günlük ekmeğini kazanmak zorunda olan kitlelerin doldurduğu gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler, elbette ekonomik çarkı durduramadılar. Yani kaynakları kısıtlı olduğu için kendi insanlarının canını riske atmak zorunda kaldılar. Bu da mevcut küresel sistemin ülkeler arası eşitsizlikleri ne kadar artırmış ve zengin ile fakir arasındaki uçurumu ne kadar açmış olduğunu iyice gözümüzün içine soktu.
Sağ-sol bitti
Bu vakitten sonra artık “Kapitalizm mi, yoksa sosyalizm mi?”, “Sağ mı, sol mu?” tartışması bitmiştir. Nokta.
Dünyanın en son geçirdiği finansal kriz 2007-8 “mortgage krizi”ydi biliyorsunuz. Serbest piyasa ekonomisinin aşırılıklarından kaynaklandığı savunulmuş, bundan böyle çözüm olarak devlet kontrolünün piyasa üzerindeki etkisinin artması gerektiği öne sürülmüştü. Çin başta olmak üzere BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ülkelerinin o krizden etkilenmemeleri de gözlerin özellikle devlet kapitalizmi uygulayan Çin’e dönmesine sebep olmuştu.
Ne var ki gel zaman git zaman, devlet müdahalesinin de işleri çözmediği anlaşıldı. Mesela düşük maliyet ve ucuz iş gücüne dayanan Çin modeli, ekonomisi büyüdükçe bu avantajını kaybetti. Ya da Rusya mesela, petrol fiyatları her düştüğünde başı sıkıştı. Yani günün sonunda BRICS ekonomileri de dünyadaki gelişmelerle bağlantılı oldukları için, hepsinin sahip olduğu kendine has avantajları bir noktaya kadar onları kurtarabildi.
Dolayısıyla, bu salgın öncesinde artık onların uyguladığı modelin de çalışmadığı görülmüştü. Zaten şu an Çin her ne kadar korona salgınından başını kaldırıp ekonomik çarkı yeniden döndürmeye başlamış olsa da, bu sefer de dünyadaki müşterileri / tüketicileri mallarını satın alamadığı için tıkanıyor.
Yani kısacası ne liberal ekonominin ne de devlet kapitalizminin işlemediği artık iyice ayyuka çıktı. Tartışma da “siyah mı, beyaz mı” ekseninden kurtuldu. Daha doğrusu, aslında bu tartışmanın kendisinin bile yanlış olduğu anlaşılmış oldu.
Yeni dünya düzeni
Bundan böyle daha esnek bir küresel düzene geçilmesi gerektiği aşikâr. Gerektiğinde piyasayı tamamen serbest bırakacak, gerektiğinde devletin müdahale edeceği bir sistem. Ancak ve ancak böyle esnek bir ekonomik modelin istikrarlı olabileceği anlaşılıyor şimdi.
Zaten İngiltere, ABD, Fransa gibi Batılı yani kapitalist ülkelerin açıkladıkları yardım paketleriyle halklarını bir sosyalist devlet edasıyla sarmalamaları, yine sağ kanattan gelen iktidarların hakim olduğu kuzey Avrupa ülkelerinin şu an en sosyalist politikaları uygulayan devletler olmaları da bu farkındalığın hayata geçtiğini gösteriyor. Dahası, özel sektör de devletten piyasaya müdahale etmesini istiyor şimdi! Fransa Cumhurbaşkanı Macron birkaç gün önce Financial Times’a verdiği mülakatta da bunu vurguladı. Korona salgınının kapitalizmi dönüştüreceğini, şu an en liberal ekonomilerde bile maaşların kamulaştırıldığını söyledi.
Geçtiğimiz hafta 170 Hollandalı akademisyenin yayımladığı ve bir anda dünyanın gündemine oturan manifesto da bunların izini taşıyor. Önde gelen bilim insanlarının savunduğu yeni ekonomik düzen GSMH odaklı büyümeden uzaklaşıp büyümesi gereken sektörlere yatırım yapmayı (kamu sektörü, temiz enerji, eğitim, sağlık gibi) ve küçülmeye gitmesi gereken sektörlerden (madencilik, petrol ve gaz) kaynakları çekmeyi öngörüyor. Sosyal politikaları, daha eşit bir dağılımı, özellikle yerel tarım ve hayvancılığı güçlendirmeyi savunuyorlar.
Şurası artık kesin: Bundan böyle GSMH odaklı büyümeye değil, nasıl büyüdüğüne, refahın eşit dağıldığına önem veren daha paylaşımcı ve kendi öz kaynaklarını güçlendiren devletler ve düzenler öne çıkacak, olmayanlar kısa vadede geri sıralara düşecek.
***
Sağ-sol ayırımı zaten silinmişti de şimdi en liberal sayılan ekonomilerin devlet müdahalesini en çok uygulayan ülkeler olduğunu görünce, bugüne kadar alışkın olduğumuz kalıpların, dogmaların altüst olduğuna şahit oluyoruz. Bu salgın bittiğinde yepyeni bir dünya düzeninde bulacağız kendimizi. Farkında mısınız?
NOT: Youtube kanalımda daha geniş kapsamlı yorumlarımı dinleyebilirsiniz: https://youtu.be/Owt4VSsXnTQ