Avrupa Şampiyonası’nın mucize takımı, finalde inanılmazı başardı, yaşadıkları sakatlıklar nedeniyle maçın son 15 dakikasını Doncic ve son 3 dakikasını da Dragic’ten yoksun oynasa da kazandı. Tarihinin ilk altın madalyasını alan Slovenya’da 35 sayı atan Goran Dragic de ‘en değerli oyuncu’ ödülünü kaptı.
Sinan Erdem Spor Salonu’nun ev sahipliğinde oynanan Avrupa Basketbol Şampiyonası’nın finalinde Slovenya, Sırbistan’ı 93-85 yenmeyi başardı.
Finale kadar yenilgisiz gelen Slovenya, boyalı alanı savunmakta zorlandığı ilk periyodu 22-20 geride bitirse de, 2. çeyrekte Dragic efsanesi yaşandı. İlk çeyrekte 6 sayı atan NBA yıldızı, devre sonunda 26 sayıya ulaşırken, takımını yine kazanacağına inandırdı. Onunla yarışa girmeye çalışan Sırp oyuncuların boyalı alandan uzaklaşması da Sloven kasırgasının şiddetini artırdı.
Devrede 56 sayı yiyen Sırbistan ikinci yarıda daha kararlıydı, rakibine 8 dakikada 7 sayı attırıp, 61-61’de skoru dengelemeyi başardı. Doncic’in 25. dakikada sakatlanması, Dragic’in yorulduğu için kenara alınması sırasında takımın devşirme yıldızı Randolph sahne alıp, son çeyreğe de 71-67 Slovenya üstünlüğüyle girilmesini sağladı.
Sırplar, Macvan ve Lucic ile bir kez daha geri
Rusya karşısında ilk yarıyı farklı önde bitirse de Shved’i durdurmakta zorlanan ve maçı bir türlü kopartamayan Sırplar, 4 ay önce aynı salonda Fenerbahçe ile Euroleague şampiyonluğu yaşayan Bogdan Bogdanovic’in müthiş oyunuyla kazandı, adını finale yazdırmayı başardı.
Türkiye’nin ev sahipliğinde düzenlenen Avrupa Basketbol Şampiyonası’nın 2. yarı finalinde Rusya’yı 87-79 yenmeyi başaran Sırbistan pazar günü oynanacak finale yükselen takım oldu.
İlk dakikalarda Sheved’i iyi savunan Sırbistan, hücumda da Bogdanovic-Lucic ikilisiyle etkili oldu, 6 farklı öne geçti, ilk çeyreği 25-20 önde bitirdi.
2. periyota fırtına gibi başladı Sırbistan. Boyalı alanda Marjanovic’e bir türlü önlem alamayan Rusya karşısında arayı giderek açan ve Bogdanovic’in de katkısıyla 28-26’den sonra 14-0 seri yakalayan Sırbistan, devreyi de 48-34 galip kapadı.
Rusya Coachu Bazarevich, oyunu biraz düzen dışına çıkarmak için takımını kısaltıp savunmada sürekli adam değişmelere başladı ve bu düzenden de istediğini aldı. Shved ve Fridzon’un üçlüklerine, Khvostov ile Vorontsevich’ten de katkı gelince 11-0 seri bulan bu kez Ruslar oldu, fark 5 sayıya düştü. Ancak Milosavljevic’in kritik üçlüğüyle rahatlayan Sırplar, son
Son şampiyon İspanya karşısında fırtına gibi başladığı maçta üç sayı çizgisinin gerisinden şov yapan Slovenler, 18 yaşındaki Doncic’in triple double’ı 2 asistle kaçırdığı, Vidmar’ın pota altını kararttığı mücadeleyi farklı kazandı, Avrupa Şampiyonası’nda adını finale yazdırmayı başardı.
Sinan Erdem Spor Salonu’nda oynanan Avrupa Basketbol Şampiyonası yarı finalinde Slovenya, son şampiyon İspanya’yı, 92-72 yenmeyi başardı, tarihinde ilk kez adını finale yazdırdı.
Maça art arda üçlükler bularak başladı Slovenler. İspanya güçlü olduğu yer olan pota altına topu geçirmek yerine, rakibine aynı şekilde karşılık vermeye çalışıp, ilk çeyrekte 7’de 0 isabetle kalınca, 8’de 6 üçlükle oynayan Slovenya 25-19 öne geçti. İspanyollar, yüzde 73 iki sayı isabetine rağmen, dışarıdan zorlamaya devam etti. 8. denemede Rodriguez ilk üçlüklerini attı ama rakip, devre sonunda 14’te 10 ile oynarken, Boğalar 12’de 3’te kaldı. Hem Slovenya’nın, hem İspanya’nın yüzdeleri normalin dışındaydı. Slovenya, ilk yarı sonunda 2 faulü bulunan Vidmar’ı fark 9 sayıya çıkmışken kenara almayıp kumar oynadı, Vidmar da devre olmadan 3. faule ulaştı ama kendisini korumayı başarıp, belki de Coach Kokoskov’a gelecek
A Milli Basketbol Takımımız, bir kez daha aslan gibi mücadele etti, İspanya karşısında son dakikalara kadar oyunun içinde kalmayı bildi... İspanya gibi rakiplerinden 15-20 ribaunt fazla toplayan bir takıma karşı bu istatistikte bile kafa kafaya olmak, sahaya konan enerjinin ispatı gibiydi. Ufuk Sarıca, rakibin kâbus gibi pota altı rotasyonuna karşı maça Semih-Sertaç ikilisiyle başlayıp, Furkan Aldemir ile bunu sürdürmeye çalışsa da, bizi yine oyunda tutan alışkın olduğumuz 4 kısalı düzendi.
Ancak İspanya gibi bir rakibi yenmek için her şeyi iyi yapmanız gerekiyor. 4 kısa ile yakalanan agresiflik, Göksenin’in bu şampiyonada en yüksek süresini alıp rakip guardlara yaptığı baskı onları yavaşlatsa da, hücumda yük yine bir iki ismin üzerine binince mücadele galibiyetle süslenemedi...
Furkan Korkmaz’ın çabası takdire değerdi ama takım halindeki yüzde 15’lik üç sayı yüzdesi bu seviyede öyle düşük ki! Maalesef tecrübe eksikliği ve stres, özellikle hücumu çok etkiledi. Ama sağlam bir temel atıldı, bu takımı herkes çok sevdi. Bakmayın ‘yaş ortalaması 27 ama’ sözlerine... Takımın yıldızlaşan isimleri başta Cedi ve Furkan, 20’lerin başında, Melih ise sadece 27.
Sonucu etkiledi-etkilemedi kısmına
Hata yapma lüksümüzün olmadığı bir maçtı Letonya karşılaşması ama ne yazık ki özellikle ilk yarıda yaptıklarımız inanılmazdı! Porzingis’i durdurmanın zor olduğu belliydi, zaten başaramadık, ama Blums’tan yediğimiz sayıları hiç hesaplamamıştık. Belki Avrupa’nın sayılı şutörlerindendi 35 yaşındaki yıldız ama artık yaşının ilerlemiş olması, bu turnuvada düne kadar 14’te 2 üçlük atarken, bize karşı 8’de 5 ile oynaması planları sekteye uğrattı. Çünkü Porzingis’i savunabilmek için tek çare dış şutu risk etmekti, Letonya’nın maça 6’da 1 isabet ile başlaması iyi işaretti ama kaçırdıkları bile bomboş şutlar olunca, bunun bir yerde döneceği de belliydi! Zaten art arda gelen 4 üçlük, hem onları havaya soktu, hem de bizim yardım savunmamızı bozdu. Haklarını vermek lazım, prese çok iyi çalışmıştı Letonya, tam sahaya döndüğümüz pozisyonların birçoğunda yarı sahayı çok kolay geçip, boş şutu buldu.
Savunma felaketti belki ama hücumda da çok aksadık dün. Özellikle ilk yarıda gerginlik had safhadaydı. Yapılan hataların başka açıklaması olamazdı. Atması gereken potaya bakmadı, paslar olmadık yerlere ve uzunların da ayaklarına yollandı! Bizim gibi, hücumu tempoya, bol pas üzerine kuran bir
Turnuvanın başından sonuna kadar aynı şeyi söyledik, söyleyeceğiz. Böyle mücadele etsin bu takım, kazansa da kaybetse de, gurur duyarak izleyeceğiz.
Ufuk Sarıca’yı en baştan kutlamak gerek. Bu kadroyu, her türlü zorluğa karşın bu denli hazırlayabilmek, her şeyden öncesi de ‘gerçek bir takım’ haline getirmek kolay iş değildi, önce bunu başardı. Sahada yine birbirine yardım eden, saygı duyan bir takım vardı.
Belçika maçında oynadığımız basketbol, aslında bundan sonrası için de bir örnekti. Bu takım rakibi ısırmalı, yıpratmalı, göz açtırmamalı. O zaman öyle yakın ki başarı...
Rusya ve Sırbistan maçlarında belki fazla baskının da etkisiyle hata yapma korkusu zaman zaman frenlemişti bizi. Savunmada agresif gözüküyorduk ama yine de bu takımdan beklenen seviye daha da üstleriydi. Tüm oyuncuların bu takıma gerçekten oynamak için geldiğini bildiğimiz için, rakibi strese sokacak presler beklentimizdi.
Belçika maçına tam da öyle başladık işte. Kaybedersek gruptan çıkamayacağımızı bilmekti belki rakibe çılgınca saldırmamızın nedeni. Belçika’yı ilk yarıda 4 kez hücum süresinde potaya baktırmamak, 20 dakikada 9 top kaybı yaptırmak bu takımın asıl karakteriydi. Hücumda da sürekli potaya gitmek ilk
Bir kez daha aynı son. Çalış, didin, zor olanı yap ama basit hataların kurbanı ol...
Sırbistan karşısında bizi galibiyete getirecek etkenler belliydi. Rakibi top kaybına zorlamak, geçiş hücumlarından kolay basketler bulmak, ribauntlarda en azından ezilmemek, ayakta kalmak...
Ama öyle bir ilk çeyrek oynadık ki, düşündüğümüz her şeyi onlara yaptırdık. Tam 8 top kaybettik daha ilk 10 dakikada, ne yazık ki en tecrübeli isimlerimizin imzası vardı bu hatalarda. Coach Ufuk Sarıca, Semih’i mümkün olduğunda korumak adına Sertaç ile girmişti maça, ama topu ona geçirelim derken tam 4 kez rakibe hediye ettik kolayca. Sırplar kaçırır mı bu fırsatı, biz kolay basket bulalım derken, her top kaybımızda potamıza geldiler, birkaç saniye içinde ve farkı çift hanelere yükselttiler. Sonra ayıkla pirincin taşını!
2. çeyrekte top kaybı yapmayan, hücumda Melih ve Furkan ile coşan, özellikle Melih’in art arda üçlükleriyle, rakip savunmayı da bozan milliler, herkesi umutlandırdı. Orada öne geçebilirdik ama maalesef onların risk ettiği guardlarımız potayı bulamayınca (!) büyük bir fırsat daha kaçtı. Benzer bir dönüşü son periyotta da yaşadı milliler, sahnede yine Melih vardı. Semih ve Cedi’nin de katkısıyla
Rusya karşısında yaşanan yenilginin ardından takımın moral kazanması ve Sırbistan maçı öncesinde yeniden ayağa kalkması için rakibin bizim seviyemizde olmadığını bilsek de Büyük Britanya mücadelesi büyük önem kazanmıştı.
Coach Ufuk Sarıca’nın maça Melih ile başlayarak, topu hiç düşünmeden potaya atabilen rakibine karşı ‘Bizim de atıcımız var’ mesajını vermesi hemen sonuç getirdi.
Büyük Britanya maça 5’te 4 üçlükle başlayarak öne fırladı ama hem onların bu yüzdelerle devam edemeyecekleri, hem de sürekli boyalı alanda topla buluşturulan Semih Erden için çare üretemeyecekleri belliydi.
Savunmadaki baskı, organizasyon konusunda sıkıntılı olan rakibi art arda top kayıplarına zorlayınca maçın ritmi istediğimiz kıvama geldi. Ancak ilk yarıda farkın açıldığı bölüm, Sinan ile Furkan’ın sahada olduğu bölümdü. Bu iki isim, bizi en az rakip kadar atlet ve koşan bir takım haline getirdi. İki isim de ilk gün beklentilerin altında kalmıştı ama onların gerçek performansı dün geceki gibiydi. Zaten o anda da fark 16’ya kadar yükseldi.
3. çeyrekte hücumda takım halinde tıkandığımızda sahneye kimin çıkacağı merak konusuydu. O isim de Melih oldu. 3. çeyrekte 9 sayı üreten yıldız oyuncu, bu takım