Seçim havası esintilerinin başladığı siyasette tam anlamıyla ideolojik körlük durumu var. Birinin ak dediğine diğeri hiç sorgulamadan, soruşturmadan anında “Hayır, o kara” yanıtını veriyor. Ya da biri siyaseten yanlış yaptığında, hiç kimse bunun doğruluğuna, yanlışlığına bakmadan, “Tezgâhtır” diyerek savunmaya geçiyor, hatta umursamadan “Ama öteki de şunu yaptı” diye pozisyon alıp olayın gazını almaya çalışıyor. Yani siyasiler, kişi ve kurumlar olayları değerlendirirken nesnel gerçekliği aramak yerine daha çok kimliklerinin, ön yargılarının, duygularının, psikolojik ve sosyal benliklerinin etkisiyle hareket ediyor. Evet, bu geçmişte de vardı ama insanlar bugünkü kadar körü körüne savunma noktasında değillerdi. En azından arada bir de olsa “Eleştiriler doğru mu, haklı mı acaba?” diye merak ederlerdi. Şimdilerde ise doğruluğuna, yanlışlığına bakılmaksızın anında yalanlama geliyor. Ve hem siyasi taraflar, sözcüler arasında hem de sosyal medya platformlarında karşılıklı karalama ve kusur arama bombardımanı yaşanıyor. Hem de eskilerdekinin aksine çok kaba bir dil ve üslupla, hatta nefret boyutuna varan, birbirleriyle ilgili büyük şüpheler yaratacak ifadelerle. Mesela eskilerdeki nezaketi, inceliği anımsamak adına TEK Parti Genel Başkanı Ahmet Özal’ın geçen akşam bir tartışma programında anlattığı, babası Turgut Özal ile Erdal İnönü arasında geçen şu atışma, diyalog çok anlamlıydı:
“Erdal Bey uzun boylu, zayıf bir insandı. Bir gün karşılıklı otururken, Özal ‘Erdal Bey biraz kilo al, seni yurt dışında görenler Türkiye’de açlık ve kıtlık var zannedecekler’ diyor. Buna İnönü’nün yanıtı ‘Efendim, size bakınca da kıtlığın nereden olduğunu düşünecekler’ oluyor.”
Yine Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan arasındaki diyaloglar ve meydan konuşmalarındaki esprili atışmalar da malum. Tabii eskilerdeki inatlaşmalar ve restleşmeler nedeniyle geçmişte yaşanan acılar, sıkıntılar da... Dolayısıyla, bugüne bakıldığında eskilerden alınacak fazlasıyla ders olduğu da açık. Çünkü kutuplaşma had safhada. Özellikle de liderlerin her geçen gün dozunu artırarak sürdürdüğü birbirlerini itibarsızlaştırıcı tartışmalar ve polemikler, kullandıkları üslup topluma, siyasi parti tabanlarına olumsuz yansıyor. Buna bir de “lidere tam biat” ve kendini gösterme sevdalılarının tetiklemeleri eklenince iş hepten çığırından çıkıyor. Siyasilerin karşılıklı olarak birbirlerine yönelik sıkça dillendirdikleri bu ağır ithamlar, polemikler de toplumda hemen her kesimi hepten germiş, rahatsız etmiş durumda. Zira bu her türlü provokasyon riski içeren bir durum aynı zamanda. Üstelik sadece partiler değil, bunu fırsat bilen içeriden ya da dışarıdan başka gruplar veya kötü niyetli mihrakların manipülasyon olasılığı söz konusu. Özellikle de toplumun fay hatlarını tetiklemek anlamında. Nitekim bu bağlamda hem iktidar hem muhalefet cenahından birlik ve beraberlik mesajlarıyla birlikte “Provokasyona dikkat” ya da “Oyuna gelmeyin” diye uyarılar da geliyor zaten. Yani neredeyse hiçbir ittifak, hiçbir parti bu seçim sürecinde böyle ötekileştirici, kamplaştırıcı bir dil istemiyor, buna şiddetle karşı havasında ama her seferinde de böyle bir tartışmanın içinde buluyoruz kendimizi. Niye normalleşemiyoruz diye sorulduğunda da siyasilerden gelen yanıt hep şu oluyor:
“Siyasiler her ne kadar kutuplaştırmayacağız deseler de karşı taraf bir şey söylediğinde diğeri de bir şeyler söylemek zorunda hissediyor kendini.”
Yumurta tavuk hesabı yani. Hangisi olursa fark etmez, bir taraf tetikliyor, diğeri körüklüyor ve bir kısır döngüdür gidiyor. Herkes kendi taraftarını tatmin edebilmek için her seferinde dozajını artırarak kaba söz kullanıyor. Sonra da dönüp kutuplaştırma konusunda birbirlerini suçluyorlar. Hem de yine kutuplaştırıcı dil anlamında oldukça yüksek bir tonla. Hatta seçim iklimi iyice ağır bastığında bu üslubun daha da sertleşeceğine dönük emareler var. Ancak sandığa giden yolda sokaktan yansıyan bir başka emare de şu:
Gerilim siyaseti, yüksek tansiyon artık prim getirmiyor. Dahası, yapılan dalga geçer gibi açıklamalar partilerine avantaj değil dezavantaj sağlıyor. Hele de kavga, kaba sözler oy kaybettiriyor. Çünkü vatandaşın bugün beklentisi açık; pahalılığın önlenmesini istiyor, aş, iş ve hukukun egemen olmasını bekliyor. Söylenen lafların hiçbiri bunlara hizmet etmiyorsa, bunları yerine getirmiyorsa geçerliliği yok. Onun için, liderlerin bu kötü, kaba söz kullanımını sonlandırmaları, öncelikle sorunların çözümüne odaklanmaları kendi yararlarına. Yoksa şu anki görüntüleriyle doğrudan kendi ayaklarına sıkıyorlar aslında.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024