Kahramanmaraş merkezli depremlerdeki can kayıpları hepimizi derinden sarstı. Felaketin yaralarını sarmak için ülkece seferberlik halindeyiz. Bir yanda da riskli başka bölgeleri ve olası depremlerin etkileri, dolayısıyla da “çürük binalar” gerçekliğini konuşuyoruz. Çünkü doğru olan, bu kahreden manzaranın, can kayıplarının oluşmasını engellemek. Depremde yıkılmayan, göçmeyen binalar yapmak, riski azaltmak. Yoksa bu olmazsa, onun yarattığı bu acı manzara ortaya çıkıyor. Bunun da artık son bulması gerekiyor. Bu anlamda yapılacak olanlar da yönetmeliklerle belirlenmiş durumda. Hatta deprem mühendislerine göre değil, 2018 ve 2019’daki son yönetmelikler, 1975 yönetmeliğinde öngörülenler harfiyen uygulansa dahi bina yassı kadayıf haline gelmez, ağır hasar görebilir ama insanlar canlı çıkar. Ama maalesef eskisi yenisiyle, yapılan hepsinin yıkıldığı acı gerçekler de ortada. Niyesi de malum. Türkiye’nin yönetmelik sorunu yok ama uygulama sorunu, kişilik sorunu var. Çalma, bir şeyleri eksik yapma, kontrol etmeme gibi... Oysa hatırlarsanız, İzmit Körfez Geçişi Asma Köprüsü’nde kedi yolu olarak bilinen halatın kopmasını kendisine yediremeyen Japon mühendis “Sorumlu benim” notu bırakarak intihar etmişti. Aynı hassasiyet bu çürük binaları yapanlarda, göz yumanlarda olsa ülkede harakiri yapanlar saymakla bitmez!.. Hal böyle olunca da endişelenmemek elde değil. Hele de deprem bilimcilerinin nokta atışlarla ısrarlı uyarılarına bakıldığında. Ki bunun son örneği de Kahramanmaraş depremiydi. “Şurada fay hattı kırılacak” dediler ve oldu. 45 bine yakın insanımız öldü, taş üstüne taş kalmadı. Maalesef aynı durum 20 bine yakın insanımızı yitirdiğimiz 24 yıl önceki merkez üssü Gölcük olan 7.4’lük felaket için de geçerliydi. 1967 Adapazarı depreminden sonra İzmit-Gölcük yöresinde sismik gerilimin fazlalığını tespit eden bilim insanları bu bölgede yakında büyük bir deprem beklentisi olduğuna dikkat çekmişlerdi. Üstelik de defalarca ve çok sayıda yerli-yabancı bilim insanı. Mesela özellikle MIT’te (Massachussets Teknoloji Enstitüsü) jeofizik profesörü, deprem konusunda uzman Prof. Dr. Nafi Toksöz 1979’da bir makale yazdı. Yine 1997’de İstanbul Teknik Üniversitesi Zürich ETH Üniversitesi’yle yaptığı Marmara isimli çalışmada, İzmit, Değirmendere’ye, yani depremin olduğu yerin depreme gebe olduğuna dikkat çekti. O çalışmada Kuzey Anadolu Fayı’nı en iyi bilen deprem bilimci Prof. Dr. Aykut Barka da vardı. Hatta Prof. Dr. Toksöz ve R. Rilinger’in 2000 yılında bir yayınları var, onda da ‘İzmit depremi sürpriz değildi’ diyorlar. Yani siz deprem oldu, vah vah diyorsunuz ama bu beklenen bir olaydı diye eleştirel anlamda. İşte tüm bunlar ve yapı stokunun olumsuz durumu da İstanbul’da risk katsayısını daha da artırıyor. Şöyle ki 1980 öncesi yapılan 255 bin konut var. 1980 ile 2000 arasında 540 bin konut üretilmiş, 2000 ile 2019 arasında yapılan da 400 bine yakın. Bunun sonrasında inşa edilenler de var. Bu binaların da hem yapımında hem kullanılan malzemede hem de tekniklerinde farklılıklar söz konusu. Tabii ilçesine, yerine göre zemin farklılıkları da. Dolayısıyla, bunların her birinin korkulan depremde farklı davranacağı da belli. Bu anlamda, en iyimser senaryoda bile öngörülen ise 50-60 bin binanın deprem anında yıkılacağı, yassı kadayıf haline geleceği, 200 bine yakın binanın da orta ve üstü hasarlı olacağı şeklinde. İkisinin toplamı da 250 bin bina demek. Maalesef bu acı tabloyu somutlaştıran araştırmalar da mevcut. Mesela, İstanbul’da 1999 depreminden sonra özellikle 6 ilçede 150 bin bina incelendi ve 40 bin binanın bir deprem meydana geldiğinde yıkılacağı ortaya kondu. Yani incelenenlerin dörtte biri tam anlamıyla çürük çıktı. O binalar da biliniyor, yetkililer de biliyor, içinde oturanlar da ama kimin ne kadar önemsediği de ortada.
Korkulan depremle ilgili bir başka kritik nokta da şu:
Deprem öyle bir sistem ki uyarı veriyor ama zamanı, saati belli değil. Toplumda da genelde depremlerin gece olduğu, olacağı ve herkesin konutunda yakalanacağı gibi bir algı var. Bu bağlamda bakıldığında da İstanbul’da gece hanelerinde 16 milyon insan yaşıyor, gündüzleri ise bu rakam 6-7 milyona düşüyor. Yani 9-10 milyon civarında insan iş yerlerinde, dışarıda. O iş yerleri, sanayi tesisleri sağlam mı ya da depreme ne kadar hazırlıklı? Aynı durum altyapı için de geçerli. Çünkü senaryoya göre, 463 noktada içme suyu şebekesi hasara uğrayacak, 355 noktada doğal gaz kazaları olacak. 1045 noktada kanalizasyon içme suyuna karışacak. Yolların yüzde 30’unun da kapanacağı öngörülüyor.
Kısacası, hepimiz biliyoruz ki depremi engelleyemezsin ama o deprem hakkında gerekli araştırmaları yapmak suretiyle nerelerin riskli olduğunu ve olası zararlarını kestirmek, dolayısıyla da gerekli önlemleri alarak vereceği zararı azaltmak mümkün. Yani esas felaket, yaşanmış acı deneyimlerden, kahreden görüntülerden ders almamak aslında.