Seçime sayılı günler kala meydanlar çok hareketli. Liderler her gün en az bir ilde, hatta birden fazla yerde konuşuyor, vaatlerini sıralıyor. Bu mitinglere de hatırı sayılır kalabalıklar katılıyor ya da taşınıyor. Canlı yayınlarla ekrana yansıyan görüntüler, yani meydanları dolduran kalabalıkların sayısı, coşkusu bağlamında da partiler arası güç polemiği yaşanıyor. Bir yandan da kamuoyu araştırmaları üzerinden sandık sonuçlarına odaklı tahminler, yorumlar tam gaz devam ediyor. Bu anlamda da son zamanlarda sayıları mantar biter gibi çoğalan araştırma kuruluşlarınca yayımlanan anketlerde her ittifak, aday veya parti lehine ya da aleyhine verileri görmek olası. Cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylar arasında açık ara fark olduğunu gösteren de var, dengenin başa baş, bıçak sırtı olduğunu ortaya koyan da. Dolayısıyla, kamuoyu araştırmalarının siyasette popülaritesinin arttığı günlerden beri her seçim öncesinde gündeme gelen bildik tartışma yine vizyonda:
Miting alanları, meydanlar mı yoksa kamuoyu araştırmaları, anketler mi sandığın gerçek nabzını verir?
Buna da siyaset bilimcilerin verdiği klasik yanıt şu:
Eğer anket sağlıklı yapıldıysa artı eksi 1.5-2 hata payıyla durumu gösterebilir.
Deneyimli politikacılar ise mitinglerdeki kalabalık, coşku ve heyecanın sandık sonucuyla doğru orantılı olduğunu savunuyorlar. Tabii bazen meydanların da yanıltıcı olabileceği de bir başka gerçeklik.
Nitekim geçmişten bu yana da hepsini doğrulayan örnekler var.
Dolayısıyla, aslında doğru, olması gereken, birbirleriyle uyumlu olmaları. Yani birbirlerini teyit etmeleri lazım. Meydanların dili farklı, anketlerin dili farklı olamaz. (Ciddi anketleri kastediyorum)
Ancak şimdilerde meydanlardaki kalabalıklar, özellikle bazı liderlere olan ilgiye, kalabalıkların coşkusuna baktığınızda ise sanki mitinglerin dili ile anketlerin verileri arasında bir senkron sorunu var gibi. Görüntü ile veri uyumu yok. Niyesi malum. Her ittifakın, partinin, hatta adayın doğrudan çalıştığı bir araştırma kuruluşu var. Herkes de yanlısını, tarafsızını, karşı tarafın görüşünü yansıtanı biliyor. Bir başka deyişle, kim taraftarını konsolide ettirmek için anket yaptırmış, algı hesabında ya da kim gerçeği görmek istemiş, fark ediliyor. Elbette gerçekten tarafsız araştırmacılar, anketler de var, olabilir ama maalesef genel durum bu. O nedenle de herhangi bir adayın, partinin durumunu değerlendirirken, tek bir kanaldan sonuca ulaşılması zor. Hatta bu o parti adına hata anlamına da gelebilir. Çünkü bir de ankete katılıp görüş bildirenlerin de yanıltma durumu var. İnsanlar çekincelerinden ya da özellikle bilerek, isteyerek sorulara yanıltıcı yanıtlar veriyor, verebiliyorlar. Açıkçası, kamuoyu araştırmaları artık siyasetin ayrılmaz bir parçası haline geldi ve bu çok doğru, olması gereken bir durum ancak güven anlamında ciddi soru işaretleri söz konusu. Özellikle de araştırmaların durum tespitinden ziyade daha çok algı amaçlı kullanılması nedeniyle. Bunun en somut örneklerinden birini de milletvekili aday listelerinin tespit edilmesinde gördük. Anketlere bakılarak daha seçime girmemiş, vatandaş kantarına çıkmamış, sandıkta ne oy alacakları bile belli olmayan partiler milletvekili kotaları elde ettiler, tartışmalı isimler köşeleri kaptılar. O nedenle de objektiflikten uzak, “sahibinin sesi” ya da “adrese teslim” anlamına gelen birçok araştırma nedeniyle anketlere güven, özellikle de sonucu kestirme yüzdesi epey düşmüş durumda.
Hal böyle olunca da hem anketlerin verilerine hem de meydanların havasına bakılarak sandık sonucuna dönük “Bu kazanır” ya da “Şu kaybeder” diye kestirmek zor. Kaldı ki bir de seçim sürecinde her ikisini de sollayan, birdenbire ortaya çıkıp tüm havayı değiştirebilecek daha başka sürpriz faktörler de olabiliyor. Mesela 1999 genel seçimleri öncesinde olduğu gibi. O dönemde Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkan Yardımcısı olan Yaşar Okuyan anlatıyor:
“1999 seçimlerine hazırlanıyoruz. Bütün anketleri takip ediyorum, hepsinde de ANAP olarak birinci parti çıkıyoruz. DYP ile de ortak hükümet kuruyoruz. Yaptığımız hesaplara göre garanti alıyoruz seçimi yani. Dolayısıyla, ben bir yandan da yurt genelinde 7 bölgede partililerimize iktidar planlarımız üzerine seminerler veriyorum. Denizli Pamukkale’de, Ege Bölgesi’nde 2 bin kişiye verilecek bir seminer öncesinde Genel Başkan (Mesut Yılmaz) seni arıyor diye bir partili yanıma geldi. Hemen kendisini aradım, ‘Hayırdır?’ diye sordum. ‘Duymadın mı?’ dedi. Ardından da ‘Abdullah Öcalan yakalandı, Türkiye’ye getirildi’ diye devam etti. Kısa bir sessizliğin ardından benim cevabım ise sadece ‘Bütün araştırmalar, çalışmalar boşa gitti’ oldu. Nitekim yapılan seçimde de Ecevit oylarını katlayarak iktidar oldu. Bir sonraki seçimdeyse yüzde 1’lere düştü.”
Kısacası, dememiz o ki kampanya sürecinde son dakikaya ve sandıklar açılıp sonuç ortaya çıkana dek “Tamam, oldu, kazandık” demek anlamsız, boş. Merhum Süleyman Demirel’in dediği gibi de 24 saat siyasette çok uzun bir süre. Her an sürpriz gelişmeler de olabilir, seçimi kaybettirecek hatalar da... Yani gerçek anket 14 Mayıs’taki sandık. O sandık da bazı siyasiler, partiler kadar birçok kamuoyu araştırma şirketi açısından da varlık yokluk seçimi aynı zamanda...