17 Ağustos 1999’da yaşadığımız acının 18. yılında en çok tartışılan ve merak edilenlerin başında “İstanbul’daki olası depremi önceden belirlemek mümkün mü?” var. Gerçi olası depremin zamanı 1999’dan itibaren 30 yıl içinde (artı eksi 10-15 yıl) gibi periyot olarak belli ve felaket senaryosu açısından kum saati doluyor ama yine de net tarih belirleme tartışması sürüyor. Bu noktada da “Hayır”cılar kadar, bilimsel çalışmaları örnek gösteren “Evet”çiler de iddialı. Bu konudaki bir başka fluluk da buna dönük olarak yürütülen iki çalışmanın, “Erken Uyarı Sistemi ile Deprem Öncü İşaretleri İzleme Ağı”nın birbiriyle karıştırılması... Şöyle ki; biri beş on saniye öncesinden uyarıp, doğal gazı kesmek, trenleri otomatik olarak durdurmak gibi amaçlara yönelik ve dünyada örnekleri fazlasıyla var olan bir sistem, diğeri ise özellikle büyük depremler öncesi doğadaki ve parametrelerdeki değişiklikleri izleyerek, bölge olarak depremin yeri ve büyüklüğünü saatler, günler hatta haftalar öncesinden saptamayı hedefleyen bir yöntem. Dolayısıyla da asıl tartışma daha çok ikincisi üzerine... Bu bağlamda “Evet”çilerin en hararetli savunucularından, yani “Depremi önceden bilmek mümkün” diyenlerden biri de İs
Astana süreciyle Suriye krizi çözüme doğru gidiyor gibi görünse de dinamiklerin sürekli değişkenliği nedeniyle her an birden farklı cephelerin açıldığı yeni bir karışıklık ortaya çıkıyor. Bunda da özellikle ABD’nin payı büyük. Çünkü 2014-2015’te Tel Abyad ile Ayn el Arab’ı (Kobani) DAEŞ’tan kurtarma bahanesiyle PYD/PKK’ya teslim eden ABD şimdi de aynı oyunu Afrin-İdlib hattında uygulama niyetinde. Bu bağlamda da bir yandan Rakka’daki DAEŞ’e operasyon gerekçesiyle YPG/PKK’yı silahdırırken, diğer yandan da İdlib’deki El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra’ya müdahale bahanesiyle YPG/PKK güçlerinin Afrin’den bu bölgeye doğru sarkmasını destekliyor. Yani “terör koridoru” projesinin Akdeniz’e ulaşmasında ısrar ediyor. Tabi Türkiye’nin bu konudaki rahatsızlığının farkında olduğu için de sahada yeni oyunlar, tezgahlar kurguluyor. Dün bu konuyu bir istihbarat yetkilisiyle konuştum. Anlattıkları sözde müttefik(!)görünümlü ABD’nin gerçek yüzünü ortaya koyan cinstendi:
“YPG/PKK’ya silah ve mühimmat yığınağı yapan ABD daha önce ‘eğit- donat’ çerçevesinde ÖSO’ya verdiği silah ve mühimmatları da zorla toplayıp onlara veriyor. Hemde silah zoruyla. Ellerinde listeler var ve bazı silahlarda GPS
Hatay-İdlib sınırı El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra’nın (Heyet-ül Tahrir Şam) tehdidi altında, Hatay-Afrin sınırında da YPG/PKK var. Yani Hatay terör örgütleriyle sınır komşusu durumunda. Tıpkı Fırat Kalkanı öncesinde Kilis’in olduğu gibi. Çünkü o zamanda DAEŞ burnumuzun dibinde, Afrin de yine YPG/PKK’nın kontrolündeydi ve hemen her gün Kilis’e sınırın öte yakasından füze yağıyor, insanlar ölüyordu. Gerçi şu anda Hatay’a yönelik böyle bir saldırı söz konusu değil ama bundan olmayacak anlamı çıkmaz, çıkmamalı. Açıkçası tehlike geliyorum diyor. Hem de daha fazlasıyla. Şöyle ki; emekli Tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu’na göre, Pakistan-Afganistan sınırında Peşaver’e yerleşen ve buradan yaptığı eylemlerle dünyanın başına bela olan El Kaide, şimdi de Hatay-İdlib sınırına yerleşiyor ve yeni bir Peşaver’e sahip olmayı hedefliyor. Dolayısıyla, müdahale edilmemesi halinde, El Nusra yarın öbür gün Hatay’a füzeler, bombalar atabilir ya da Türkiye uzantıları ve hücreleriyle, sadece sınır değil, büyük kentlere yönelik ses getirici eylemler yapabilir. Tabii bu tehdidin bir boyutu. Diğeri de ABD’nin El Nusra’ya müdahale bahanesiyle YPG/PKK güçlerinin Afrin’den bu bölgeye doğru sarkmasını
Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) TSK’nın üst kademesini ya da kritik görevleri ele geçirmek amacıyla özellikle kurmay subaylara dolayısıyla da Harp Akademileri’ne nasıl odaklandığı iddianameler ve sanıkların duruşmalardaki ifadeleriyle ortaya çıktı. Örneğin, 15 Temmuz’da Genelkurmay karargâhında yaşananlara yönelik hazırlanan “Çatı İddianame”de şöyle deniliyor:
“....darbe girişimine fiilen iştirak eden generaller ve kurmay subaylar arasında son on yılda Harp Akademileri’nde görev yapmış 50’nin üzerinde personel bulunduğu ve bu kişilerin mezun ettikleri öğrencilere ‘Öğretmenlik yapabilir’ kaydı koyarak neredeyse tüm öğretim kadrosunun kendi mensuplarından oluşmasını sağladığı görülmüştür.
15-20 yıl öncesine kadar TSK’da kurmay olabilmek için çok zorlu bir hazırlık süreci gerekirken, FETÖ mensubu öğretim elemanlarının soruları kendi mensuplarına dağıtması neticesinde neredeyse tüm Harp Akademileri mezunlarının örgüt elemanlarından oluşmasını sağlamışlardır. Müteakiben birkaç sene içerisinde büyük karargâhlardaki tüm kritik görev yerlerinde kendilerine mensup birçok kurmay subay istihdam etmeyi başarabilmişlerdir. Böylece, TSK’daki örgüt mensubu kurmay ve akademik kariyerli
Darbe girişi-minin merkez üssü Akıncı Davası’ndaki inkara dayalı savunmaların tek bir merkezden çıkma ve olayı sulandırma ya da tamamen kafaları bulandırmaya yönelik olduğu çok açık. Tıpkı 15 Temmuz’un beyin takımının yargılandığı ‘Genelkurmay Çatı Davası’nda olduğu gibi. Dahası FETÖ’cü sivil imamların mahkeme heyeti ve müşteki avukatlarıyla diyalogları ise sanık veya yargılanma tedirginliğinden ziyade pişkinlik ya da dalga geçme havasında. Hem de eldeki görüntüler ve somut delillere rağmen... Yani haklarında ikişer-üçer kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenmelerine rağmen adamlar pişmanlık ya da ve çözülmek yerine taktiksel hamlelerle yeni bir algı operasyonu peşindeler.
İşte tüm bunlarda Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ)’nün nasıl organize ve profesyonel bir yapılanma olduğunun göstergesi. Ve de bu hamlelerin içe değil dışa dönük, özellikle de ABD, AB ülkeleri ve uluslararası kamuoyunu etkilemeye yönelik olduğu çok net. Çünkü bizim halkımız bu hainliği fiilen yaşadı, 250 kişi şehit oldu, gözlerinin önünde tanklar insanları ezdi geçti. Uçaklar, helikopterler halkın üzerine bomba, mermi yağdırdı. Dolayısıyla da bu algı operasyonu iç kamuoyunda tutmaz. Ancak aynısını dış
15 Temmuz’dan hemen sonra Kara, Hava, Deniz ile Jandarma Komutanlığı’nda muvazzaf (uçak, helikopter teknisyeni, bakım personeli) olarak görev yapan ve dışarıdan Uluslararası Havayolu Taşımacılığı Lisansı (ATPL) alan (aralarında Amerikan Pilot Uçuş Sertifikası olanlar da var) çok sayıda astsubayın pilot olma taleplerinin “Başkalarına emsal teşkil eder” gerekçesiyle reddedildiğini yazmıştık (02.07.2017). Dahası, değiştirilen mevzuat gereği de astsubaylara pilotluk yolu hepten kapatılmıştı. Yani Hava Kuvvetleri’nin FETÖ temizliği nedeniyle acil pilot ihtiyacı vardı ama rütbe daha ön plandaydı. Hem de hâlâ FETÖ’cü pilotların var olduğu iddiaları ve 1970’li yılların başlarına kadar astsubayların da pilot olabilmelerine rağmen... Dolayısıyla da akla gelen soru şuydu:
Pilot açığını kapatmak amacıyla bir vesileyle ordudan ayrılanlara dönüş yolu açmak ya da eğitiminin son aşamasında basit nedenlerle elenenlere fırsat tanımak gibi bir dizi önlem alınan böylesine olağanüstü bir dönemde TSK’nın yabancı olmadığı bu konu için de bir formül bulunamaz mı?
Buna Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Genel Başkanı Ahmet Keser’in yanıtı şöyleydi:
“Şimdiki mevzuata göre, pilot adayları
Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde Türkiye’nin değişik illerinde görev yapan yüksek lisans, doktoralı 29 subay ve astsubayın akademisyenlik hayali kabusa dönüştü. Çünkü bazılarına bu fırsat verilirken onlar değil akademisyen olmak bulaşıkhane, askeri hizmetler kapsamında demir işlerinden sorumluluk ya da öğrenci işleri takım-bölük komutanlıkları gibi hiç beklemedikleri görevlere atandılar. Hem de öğretim görevlisi istihdam çağrısına yaptıkları başvuruları dışında başkaca bir atama talepleri olmamasına rağmen...Şöyle ki; Komutanlık, subay, astsubay ve diğer personel ihtiyacını karşılamak amacıyla yeni kurulan Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi (eski ismiyle Jandarma Okullar Komutanlığı)’ne kendi rütbelileri arasından da öğretim görevlisi alınacağını 10 Ocak 2017 tarihli şu mesaj emriyle duyurdu:
“ Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Başkanlığı’nda (JSGA BŞK.lığı) öğretim görevlisi olarak görev yapmaya istekli J. GN. K.lığı mensubu personel arasında ilgi gereğince personel seçimi yapılacaktır. Yapılacak olan personel seçimine, belirtilen başvuru şartları ve kontenjan doğrultusunda tüm personel müracaat edebilecektir.
.... Dilekçe ile birlikte eğitim durumunu gösterir diploma,
Bir yıl önce FETÖ’cü darbe girişimine karşı durmak için sokağa dökülen Türkiye, en karanlık gecenin yıldönümünde de demokrasiye bağlılığını bir kez daha göstermek ve şehitleri anmak için meydanlardaydı. Ekranlarda da hem o gece yaşananlar hem de FETÖ’ye karşı yürütülen mücadele konusunda (kalkışma öncesi-sonrası) eksiklikler ve yanlışlıklara dönük tartışmalar vardı. 15 Temmuz günü öğle saatlerinde TBMM’de başlayıp, 16 Temmuz sabahına dek sokaklarda ve ekranda süren bu uzun gecenin özeti de şuydu:
15 Temmuz ihaneti ve FETÖ’cülerle mücadele konusunda herkes hemfikir ancak teşhisler ve mücadelenin nasıl yapılması konusunda fikir ayrılıkları var. Özellikle de iktidar ve ana muhalefet açısından. Çünkü CHP “bir darbe gerçekleştirdiyse, yapanlara geçmişte siz destek vererek önünü açtınız” demeye getirdi, getiriyor. AKP’de diyorki; “sizin yürüyüşünüz söylemleriniz, politikanız, şu anda bunlara destek veriyor, cesaretlendiriyor...” Yani kalkışmanın hemen sonrasında yaşanan ve tüm Türkiye’yi umutlandıran Yenikapı ruhunu pekiştirmekten ziyade kutuplaşma ya da siyasi fay hatlarındaki gerilimi artırıcı bildik çekişmeye devam...
Kozmik oda belgeleri
Bu uzun gecede yinelenen bir başka gerçek