İlk 1996 senesinde okul gezisi ile gitmiştim Ayvalık’a. Gündoğumu saatine yakın sahile yakın bir yerde durmuştu otobüsümüz. Uyku sersemi indik, denizin kenarına yürüdük. Bizden başka birkaç oyunbaz köpek, martıları kollayan kediler ve simit tepsisini sırtında fırının yolunu tutan bir genç vardı.
Otele yerleşmeden önce genç ve (romantik) hocalarımızdan birinin ‘gündoğumunu’ izleyelim önerisi ile herkes bulduğu banka attı kendini. Sislerin ardından usul usul kendini gösterdi güneş, denizde balıklar oynaştaydı.
Ayvalık daha ilk andan bonkör davranıp tüm güzelliklerini sermişti işte önümüze. Bize onu kucaklamak düştü.
İnsan ilk karşılamayı hiç unutmuyor. Tam da bu nedenle Ayvalık’a ne zaman gidersem gideyim hep mutlu oluyorum. Ya da mutlu olacak bir sokak, bir minik kafe, eski bir köy kahvesi, bir ağaç gölgesi buluyorum diyelim.
‘Corona’dan üç beş gün önce gittiğim Ayvalık’a dair notlarımı toparladım sizlere. Bu notlar: Ayvalık’ın en iyisi, ille de gidin görün, görmeden dönmeyin’ dediğim yerlerden çok; benim gittiğim, sevdiğim, tekrar tekrar gitmek istediğim, kendimi iyi hissettiğim yerler.
(Daha uzun kalmayı planladığım gezi Corona haberlerinin çıkması ile 48 saatte son buldu. Ama hiç üzülmeyin, neredeyse hiç durmadan gezdim ve şahane notlar aldım size :))
AYVALIK’I TEKRAR SEVMEME SEBEP OLANLAR :)
*SIZMAHAN OTEL - RESTORAN:
İnsana kendini hatırlatan bir yer Sızmahan.
Sabah erken saatlerde kıpırtısız olan deniz, pata pata teknelerin sesi, usul usul batan güneş ve ardında bıraktığı şahane kızıllık...
Sanki biz aceleci insanoğluna DUR diyor. Sakin ol. Hayat debdebeli evet, gündem yoğun evet ama birkaç saniye de olsun dur. Denizin, iyot kokan havanın, saçını okşayan rüzgarın tadını çıkar. Kaldığım süre boyunca bunları hissettim Sızmahan’da. Durdum, baktım, sakinledim, yazdım.
Bu güzel mekana ruh katan ev sahipleri Özge ve Sinan’a ise görür görmez kanım kaynadı. Kedileri Mırmır ve köpekleri Şımarık ile ‘içinden çıkmak istemeyeceğiniz’ şahane bir dünya kurmuşlar burada. Eski bir zeytinyağı fabrikası (1908 tarihli) olan Sızmahan 10 odalı bir butik otel ve aynı zamanda da restoran. Bana göre buranın alametifarikası insanın en derinine işleyen ‘manzarası’.
*BEYAZ YALI:
Sızmahan’ın hemen yanında, aynı muazzam manzaraya sahip bir diğer otel ise Beyaz Yalı.
Bina 1908 yılında zeytinyağı ve sabun fabrikası olarak inşa edilmiş. Uzun yıllar kullanıldıktan sonra kaderine terkedilmiş. Tuba ve Murat Özcan çifti burayı satın almış ve kendilerine ev olarak düşünmüş. Sonra bakmışlar bir hayli büyük, 6 odalı fevkalade bir butik otele dönüştürmüşler. Fevkalade diyoruz çünkü biliyoruz ki fabrikayı ‘sıcak’ bir yaşam alanıma dönüştürmek büyük iş.
Beni ilk vuran lobi (tabii altı odalı butik bir otel olduğu için lobi yerine salon demek daha doğru olur) oldu. Aydınlık, ferah, zevkli döşenmiş.
Bahçe ise en güzel kısmı. Tam bir Ayvalık bahçesi. Denizin üzerinde taş bir teras ve insanın aklını başından alan manzara.
*Ayvalık’ta kaldığım, sevdiğim, şöyle bir uğradığım, kahve içtiğim diğer oteller: Kidalyo, Cavlıhane1885, Eolya Konukevi ve Macaron Konağı.
AYVALIK, YAPARSAN - GİDERSEN MUTLU OLURSUN SERİSİ:
*AYVALIK PAZARI:
Eğer Perşembe gününde Ayvalık’ta iseniz ille de pazara gidin.
Adını duymadığınız, bakınca bu neydi ya dediğiniz, kısaca bilmediğiniz (bilmediğim) onlarca çeşit ot var. Muhliye, istifno, zaho ile ilk Ayvalık pazarında tanıştım. Pazarcılar öyle tatlı ki tarif bile veriyor.
Yine Ayvalık pazarından çeşit çeşit ve mis gibi peynirler almıştım. Elişi tezgahları da çok başarılı. Hatta öyle başarılı ki nerede kullanacağımı dahi bilmediğim onlarca şey almışım.
Dip not: Yazarımızın en büyük zaafı köylü ve semt pazarlarıdır :)
*ŞEYTANIN KAHVESİ:
Semt pazarlarına olduğu gibi köy kahvelerine de zaafım var. Ama böyle bir zaafım olmasaydı da ‘Şeytanın Kahvesini’ çok severdim.
Üçüncü kuşağın işlettiği yüz küsür yıllık bir kahve burası. Asırlık bir asmanın gölgesinde, insanın saatlerce vakit geçirmek isteyeceği, geleni geçeni izlerken mest olacağı bir yer.
Girer girmez ‘koruk suyu içtiniz mi?’ yazısını göreceksiniz. İkiletmeyin, hemen için, gayet güzel. İçeride mini bir kütüphane var. Tüm duvarlar eski fotoğraflarla, tablolarla kaplı.
*ANTİKACILAR SOKAĞI:
Aklınıza gelebilecek ve hatta gelmeyecek birçok antika eşya bulabilirsiniz burada. Tel dolaplar, kıyafetler, objeler, takılar, Eski Rum evlerinden çıkan mobilyalar, saatler...
Cafe Caramel ise başlı başına ün yapmış. Burası hem antikacı hem de birbirinden lezzetli tatlıların bulunduğu bir kafe. içerisinde çok sayıda farklı obje var. Hem gezin hem de soluklanıp bir şeyler yiyip için. Eğer tatlı seviyorsanız orman meyveli irmik tatlısı ilk tercihiniz olsun.
*MACARON MAHALLESİ:
Ben diyeyim Kuzguncuk, siz diyin Balat. Öyle sevimli bir mahalle Macaron. Hepsi birbirinden güzel Rum evleri, minik kafeleri, pastaneleri, cicili bicili dükkanları ile insanın mutluluktan kendini kaybedeceği bir yer.
Türkçe karşılığı Mercanköşk anlamına gelen Latince Marjoram kelimesinden türetilmiş kekik ailesinden bir bitki türü, Rumcada Macaron haline dönüşmüş. Bu mahallede vakti zamanında çok yetiştirildiğinden mahalleye Macaron deniliyor.
Macaron Konağı, Macaron Muhallebicisi, Mor Salkım, Karamanlar Fırını ve Çamlı Kahve benim mahallede en sevdiklerim.
YEME İÇME:
*ŞEHİR KULÜBÜ: Denizin üzerindeki ferah feza şehir kulübü Ayvalık’ta vazgeçemeklerimden. Bu sefer günbatımı saatlerine denk geldik. Vay ki ne vay. İnsanın gördüğü güzellik karşısında nutku tutuluyor gerçekten. Tezgahta her daim tazecik otlar, zeytinyağlılar, mezeler var. Servis hızlı, çalışanlar güleryüzlü.
*Tek tek mekan yazmak çok vakit alacak ama sevdiğim birkaç yeri daha yazmadan geçmek istemem: Şimdi Rum Meyhanesi, Tik Mustafa, Deniz Yıldızı ve taze ev yapımı makarnaları ile Tipota listenizde olsun.
*MA’ADRA VİNEYARDS:
Vakit kısıtlıydı ama ille de görmek istediğim yerlerden biriydi Ma’adra Vineyards. Ayvalık’tan yarım saatlik bir araba yolculuğu ile vardık. Şahane manzaraları, çiçekleri - ağaçları takip ederek gittiğimiz için yol gayet keyifliydi. Kısa zamanda çok hakkını vermedik ama gözlemlerimi aktarayım.
Kurucusu Fikret bey, kızı Didem ve Eşi Avşar rüya gibi bir yer yaratmış.
4 farklı şarap serileri var: Pinot Noir, Merlot, Chardonnay gibi %100 tek üzümden yapılan Mono serisi ve kolay ve hafif içimli Flora serisi.
Nefes kesen manzarasına ve tasarımına ‘vay vay vay’ dediğimiz bağ evinde (şarap tadım alanı) zaman geçirdik.
Menüde herkesin seveceği türden seçenekler var. Odun ateşinde pişen pizzalar, yöresel peynir tabakları, erişte, makarna ve muazzam sunumla servis ettikleri tatlılar var.
Şöyle hayal edin: Uçsuz bucaksız bağlar, tüm körfez ayaklarınızın altında, nefis şaraplar ve lezzetler ile şahane bir yemek deneyimi yaşıyorsunuz.