Hükümetin, iç güvenlikte gerçekleştireceği yeni yasal düzenlemeler çerçevesinde; emniyet teşkilatının yeniden yapılandırılması konusu gündemdeki yerini koruyor.
Önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç son Bakanlar Kurulu toplantısının ardından soruları yanıtlarken, emniyet teşkilatında yapılacak düzenlemelerle ilgili değerlendirmesinde, “emniyet teşkilatındaki şemanın bozuk olduğunun ve düzelmesi gerektiğine” dikkati çekti.
Ardından Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Avustralya gezisine çıkmadan hemen önce yaptığı basın toplantısında, yasal düzenlemelerin TBMM’ye gönderilme aşamasına geldiğini açıkladı.
Böylelikle, yılbaşından önce 300 bine yaklaşan polisi barındıran Türk Emniyet Teşkilatı yeni bir teşkilat şemasına kavuşarak, yeni bir görünümle 2015’e adım atacak.
Düzenlemenin en önemli aşaması “kadro fazlalığı nedeniyle kendisine yer bulamayan emniyet müdürlerinin emekli edilmesi” olacak.
Hükümet sözcüsü Arınç’ın, emniyette 2 bine yakın 1. sınıf emniyet müdürünün bulunduğunu ve bin 500 kadar fazlalık olduğunu belirtmesiyle birlikte emniyet kulisleri de kaynamaya başladı.
Hükümet kanadı, yaptığı açıklama ve değerlendirmelerle emniyetteki düzenlemenin “tasfiye” olmadığını belirtirken, muhalefet ise “tasfiye” iddiasında ısrar ediyor.
Gelinen bu durumu, yakın süreçte yaşanan bazı gelişmelerin tetiklediği bilinen bir gerçek.
Son iki yılda emniyetin hükümete karşı yürüttüğü iddia edilen operasyonel çalışmalar karşısında, hükümet; aslında hiç de beklenmeyecek bir şekilde “karşı operasyon” için düğmeye bastı.
MİT soruşturmasıyla başlayan bu takvimin, 17 ve 25 Aralık soruşturmalarıyla birlikte hükümetin polise karşı “sıkı önlemler” almasını gerektiren konuma ulaşması, emniyet teşkilatını yeniden “kimliği tartışılır” hale getirdi.
Ne ki; bu kimlik tartışması, yeni yaşanmamakla birlikte; ülkenin son 30 yılını biçimlendiren 12 Eylül’ün sonrasında farklı bir boyuta ulaştı.
12 Eylül sonrasında 1983’te geçiş yapılan çok partili siyasi hayat; polis teşkilatının kendi içinde önemli kırılma noktalarından birisi olarak tarihe geçti.
10 Nisan 1845’te temeli atılan ve 170 yıllık tarihi olan teşkilat; özellikle ANAP iktidarı sonrasında sürekli bir “alternatif” yapı olarak siyasetin hizmetinde yer aldı.
Bu çerçeveden bakıldığında; Sayın Arınç’ın sözlerinin altındaki “gerçek mirası” yakından görmek mümkün.
1986’da ANAP iktidarı sırasında ilk kez temeli atılan “yeniden yapılandırma” çalışmalarıyla polis teşkilatı ilk kez “ülke polisi” konumundan “siyasi polis” kimliğine adım attı.
Türkiye’nin son 30 yılındaki siyasi iktidarların hemen hepsi, öncelikli olarak emniyet teşkilatı üzerinde “her türlü” düzenlemeyi gerçekleştirdi.
Kimisi; ANAP örneğinde olduğu gibi, kendisine yakın muhafazakar kadroları değişik yöntemlerle teşkilat bünyesine katarken, kimisi; kendi siyasi çalışmalarında devlet kurumlarında yeknesaklığı sağlamak yerine tüm işleri emniyet teşkilatı üzerinden götürmeyi tercih etti.
Hatta AKP hükümetleri öncesinde kurulan tüm koalisyon hükümetlerinde emniyet teşkilatını yönetmekten sorumlu olan İçişleri Bakanlığı’nın; koalisyonun “sağ” kesiminin emrinde bulunması; içinde Türkiye mozaiğinden izlerin istenilen kadar olmaması, ‘kimlik erozyonu’na ortam sağlamak açısından fazlasıyla etkili oldu.
Kimi zaman askere, kimi zaman da MİT’e alternatif olarak kullanılan emniyet teşkilatı; ne yazık ki bugün gelinen noktada alternatif hizmetin bedeli ağır biçimde ödüyor.
Göreve gelen tüm hükümetlerin kendilerine göre öncelikli yapılandırma amacı içinde olduğu bir emniyet teşkilatının, yeniden yapılandırılmayı uğraması kaçınılmazdı.
Yeni yapılandırma sonrasında Türk Emniyeti’nin önündeki en büyük hedef, artık siyasetin değil “ülkenin ve bireyin polisi” olmasıdır.
Bunu gerçekleştirirken özellikle “toplum ve bireyin hakkının” gözetilmesini sağlamak, Türkiye’nin en büyük beklentisidir.