BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş Milliyet ’e yaptığı açıklamada yüreklere su serpti; Türkiye’den ayrılmak istemiyorlarmış, “demokratik özerlik” Türkiye’nin bütünlüğünün teminatı olacakmış.
Meğer eskiden sık sık söyledikleri “üniter devlet içinde” söylemini bırakmaları, ekonomiyi bile ayıracakları, ayrı “öz savunma gücü” kuracakları, ayrı iç sınır çizecekleri “demokratik özerklik” hep Türkiye’nin bütünlüğünü garantilemek içinmiş!
BDP’li Bengi Yılmaz da Taraf ’ta sevgili Neşe Düzel’e “devlete vergi vermeyeceğiz, devletten alacağız” anlamında laflar etmişti de pek üzülmüştük... Sonra açıklama yaptı, o da yüreklerimize su serpti; meğer tam öyle dememiş imiş!
19 Temmuz tarihli ‘Demokratik Özerklik Bildirgesi’ de yüreğimize böyle su serpmişti; orada da aynen “tekelci devlet sistemine vergi vermemek, kendi özerk ekonomik sistemini esas almak” ilkesini ilan etmişlerdi.
Demek ki vergi vermeyecekleri, Türkiye devleti değilmiş, “tekelci devlet sistemi” imiş!
Ekonomiyi bile ayırmak
Latife bir kenara, nasıl bir ideoloji ve proje ile karşı karşıya olduğumuzun minik bir numunesi bu “tekelci devlet sistemi” lafı.
Piyasa ekonomisiyle yönetilen ve dünya demokrasilerince de piyasa ekonomisi olarak kabul edilen bir ekonomiye “tekelci devlet sistemi” denilmesi, çok şeyin şifresidir: Hem Stalinist bir ekonomi anlayışını ifade ediyor, hem ekonomiyi bile ‘ayırmak’ isteyen bir etnik milliyetçiliği...
Kültüre, sanata kadar uzanan bu totalitarizm bakın nasıl bir jargonla sunuluyor:
“Büyük sermayenin toplumu uyuşturma aracı olarak kullandığı spor ve sanat gibi alanlarda, daha doğru temellerde toplumun ihtiyaçlarına cevap olacak, sağlıklı ve dinç bir toplumu geliştirmeyi önüne koyan bir anlayışı etkili kılmak...”
Yeryüzünde bir siyaset bilimci çıksın, Demokratik Özerklik Bildirgesi’ndeki bu satırların dünyaca bilinen anlamda demokratik olduğunu söylesin! Stalinist jargondan farklı olduğunu izah etsin!
Kürşat Bumin’in teşhisine katılıyorum: “Ultra milliyetçi ve hiper goşist” bir ideolojinin yansımasıdır bu... Yani hem aşırı milliyetçi, hem hiper aşırı sol bir ideoloji.
Demokratik olsaydı...
Galip Ensarioğlu, “komünlere, kooperatiflere, sermaye düşmanlığına” dayalı bu modelin bölge için nasıl bir ekonomik felaket olacağını anlatmıştır.
Siyasi alanda ise, “komün, mahalle, semt, şehir komiteleri” ne dayalı bir ‘cemahiriye’ totalitarizmi... ÇEKA işlevini de “öz savunma güçleri” yapacak!
Amaç böyle bir model olduğu için “Avrupa Özerklik Belgesi” ni reddediyorlar.
Evet, Kürt hareketi bir yönüyle sosyolojik bir uluslaşma hareketidir. Sorun, siyasi yönüyle demokratik değil, totaliter olmasıdır.
Hatta sorun, özünde ayrılıkçı olması da değildir. Evrensel hukuku ve evrensel demokrasiyi benimseyen bir hareket olsa, konuşarak, kan dökmeden, makul çözümler geliştirilir.
Sorun totaliter ve silahlı olmasıdır.
Daha büyük sorun, piyasa ekonomisi, özgürlükçü demokrasi ve açık toplum içinde yaşamak isteyen milyonlarca Kürt vatandaşımıza “hain” gözüyle bakmasıdır. Totalitarizmin tarihindeki felaketlerden biri kitlevi göçler değil midir?
Bu tehlikeyi Kürt siyasetçiler de görmelidir.
Hiçbirimizin ılımlı ve makul olmaktan başka çaresi yok.