Şükrü Andaç

Şükrü Andaç

sukru.andac@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kendimize kim bilir kaç kez şu soruyu sormuşuzdur; Hayatta ne yapmalıyım?

Genelde bu soruya cevap veren, kendimiz değil; çoğunlukla acı ekonomik zorunluluklar veya anne, baba ya da toplumdur.

Üniversiteye geldiğinde bir çok öğrencinin “Ben aslında şu bölümde okumak istiyorum ama annem ve babam ancak işletme veya mühendislik bölümünde okursam bana destek olacaklarını söyledi” dediğine şahit oluyoruz.

Kendi eğitimlerini karşılamalarının bir yolunu bulabilecekleri yönündeki tavsiyelere ise genelde bu öğrenciler direnç gösterirler. Bu direncin sebebi ise tembellikleri değil, aile büyüklerinin onayını kaybetme korkusudur.

Haberin Devamı

Bu tür ebeveynler, sevdiklerini iddia ettikleri çocuklarını kendi güvenlik ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirip sonuçta bir anlamda sefil iş hayatına mahkum ederken, acaba onlara gerçekten yardım ettiklerine mi inanırlar?

Freud akıl salığı için iki şartın gerekli olduğunu belirtmiştir; “çalışmak” ve “sevmek”. Elbette kastettiği, “doğru işi” ve “doğru aşkı” bulmaktı.

Orta yaşa gelindiğinde, aile içi rollerin belirginleşmeye başladığı gibi, yakın ilişkilerin bize sağlayabileceklerinin sınırları da belirginleşir.

Birçoğumuz için tatmin aracı kariyerdir.

Bilinçli enerjimizin çoğunu hayatın diğer alanlarına değil, işimize yönlendiririz.

Bir pazartesi sabahı ana caddede durun ve bu çılgın enerjiyi neyin harekete geçirdiğini gözlemleyin. Sorunun cevabı şudur; “ekonomi”.

Hepimiz maddi varlığımızı sürdürmenin bir yolunu bulmak zorunda olmakla birlikte, işimize bunun ötesinde görünmez bir misyon yükleriz; işimizin hayatımıza bir anlam katacağını ve ruhumuzu canlandıracağını varsayarız.

Ne var ki çoğu kişi orta yaşa geldiğinde, işin kendilerini canlandırmaktan ziyade tükettiğini fark eder. Tam olarak anlaşılması güç bir rahatsızlıktan, can sıkıntısından ve üzüntüden mustariptirler, farklı bir şey yapmaya özlem duyarlar.

Ömür boyu sürecek bir kariyer için hazırlanan gençlere yönelttiğimiz ısrarlar ve istediğimizi kabul ettirmek için yaptığımız hileler, gençlerin orta yaşlarına geldiklerinde tıpkı anne babaları gibi mutsuz bir yaşam sürdürmelerini dilediğimiz anlamına gelir.

Haberin Devamı

Yaşamın ilk yarısındaki hırslar büyük ölçüde ailemizden, kültürümüzden yani komplekslerden beslenir ve çoğu zaman kişisel yazgımıza destek vermekten uzaktır.

Bu güçlü kompleksler bizi bir yandan bağımlı olmaktan çıkartıp dünyaya katılmamızı sağlarken, diğer yandan da bilincimizi saptırıp dağıtarak bizi ruhumuza gereken bakım ve özenden alıkoyar.

Hepimiz çocukluğun saf uykusundan uyanmak ve bağımlılığın uyuşukluğundan kurtulmak zorunda kalsak da, egolarımız gelişim yerine emniyeti tercih etme eğilimindedir ve sonuçta hiçbirine sahip olamayız.

Paul Fussell’in savaştakiler hakkında yazdıkları, günlük hayat mücadelesi için de geçerlidir; “Akıl, iddia ettiğinin aksine bilgi üretme konusunda çok da becerikli değildir, bu yüzden gurur, tembellik, dikkatsizlik ve bitkinlik karşısında zayıf düşer.”

Egolarımızın arkasındaki itici güç hırstır ve hırslarımız çoğunlukla maddi şeylere odaklanır, hedeflerimize ulaştıktan sonra bıkkınlık ve aşırılık duygusuyla baş başa kalırız.

Haberin Devamı

Açıkçası ne istediğimize dikkat etmemiz gerekir, zira elde ettiklerimiz sonunda esaretimiz olabilir.

Genellikle kariyerimizden bizi tatmin etmesine dair muazzam beklentilerimiz vardır, ancak hayatımızın ikinci yarısında, işimiz bizim için ister iyi ve uygun olsun ister olmasın, hedeflerimize ulaşsak, maaşımızı kazansak, yatırımlar yapsak da, çoğu zaman azalan bir tatmin duygusuyla çalıştığımızı fark ederiz.

Not: Yazıdaki bilgiler James Hollis’in Yaşamın İkinci Yarısında Anlam Arayışı (Finding Meaning in the Second Half of Life) adlı kitabındandır.

Yazılanlardan yola çıkacak olursak; “olgun kişi olmak” önemlidir.

Bu seviyeye ulaşmak için atılacak ilk üç adım şudur; başkasını suçlamamak, alçakgönüllü olmak ve dünyanın anlaşılmazlığını kabul etmek.