Yakın geçmişte hep “Dolar iniyor, çıkıyor” diye yazardık. 17 Aralık sonrası bu yazı dili yerini genelde “dolar çıkıyor” söylemine, kurlarda üst üste kırılan rekorlara bıraktı.
Uzunca bir süre kimi görsem, “Dolar ne olur, borsa çıkar mı?” diyordu.
Kur 2.20 TL’lerde dengelendi ama sorular hâlâ devam ediyor.
Merkez Bankası faizi artırarak aksiyon aldı, ardından sakin. Kendisine güveniyor. Enflasyon tehlikesini de “Geçmişte Türkiye neler gördü, neler” diyerek adeta göz ardı ediyor.
Piyasalarda işlerin karışmasının başlangıcı hiç şüphesiz aynı günlere denk gelen Fed’in tahvil alımını azaltma kararı ve 17 Aralık operasyonu...
Yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla ilgili söylenmedik söz neredeyse kalmadı gibi. Dört bir yandan tape, yorum, analiz yağıyor. Benim dikkat çekmek istediğim konu ise Robert Harris’in son romanı.
Harris, ünlü bir tarihi roman yazarı. Kitap ise İngiltere’de yeni çıktı.
Dreyfus vakası...
Türkiye’deki olayları anlamak isteyenlere uzaklardan, 1895’lerin ‘Fransası’ndan sesleniyor.
Kitapta Türkiye’nin T’si geçmiyor.
Ama içinde ne mi var?
Robert Harris’in “An Officer and a Spy”ı (Subay ve Casus) dünya tarihinin en ünlü adaletsizlik hikayelerinden birisinin romanı. Kitap Emile Zola’nın çok bilinen ‘İtham Ediyorum’ yazısını yazmasına neden olan Ünlü Dreyfus vakasını konu alıyor.
1895 yılında yaşanmış bir olay olmasına rağmen günümüz modern dünyasında hâlâ geçerliliğini koruyan konulardan bahsediyor.
Ana konusu bir istihbarat teşkilatının bozulması. Milli güvenlik adına adaletin haksızlığa dönüştürülmesi. Yargılanan bir azınlık mensubunun dönemin gazeteleri tarafından adeta bir “cadı” gibi suçlanması ve iktidar sahiplerinin kendi suçlarını örtmek için ilişkilerini kullanarak ellerinden gelen her şeyi yapmaları. Adeta günümüzün romanını tekrar yazmış.
Bu sözler kitabın kapağının ardındaki ilk notlar.
Hikâyenin sonunda ne mi oluyor?
Tarihi bilenler elbette hikâyenin sonunu da biliyor. Cesur ve vicdan sahibi olanlar sayesinde adaletin yerini bulduğunu ve gerçeklerin ortaya çıktığını hepimiz okuduk.
Fransa’da tarih yaşandı, gerekli dersler alındı ve demokratikleşme alanında önemli adımlar atıldı.
Önemli olan biz yaşadıklarımızdan ne öğreneceğiz ve nereye gideceğiz?
‘Elektrikli oto’ intihar olur mu?
“Yerli oto”muzu üretecek babayiğit bulamadık, bari “elektrikli”si olsun diyerek yollara düştük.
Önceki gün de, Sanayi Bakanı Fikri Işık “elektrikli babayiğidi” bulduğunun müjdesini verdi. 100 milyon TL’lik destek kapıda.
Bakan Işık, “7 başvuru var ama isim vermem” diyor.
Ben de gazetemizin kıdemli otomotiv editörü Levent Köprülü’ye soruyorum: “Kim bu babayiğit?”
“TÜBİTAK’ta üzerinde çalışılan elektrikli projeler arasında binek otomobil, ticari ve otobüs olduğu biliniyor. Anadolu Isuzu, Karsan, Nurol ve Derindere, Hattat gibi gruplar bu işle ilgili. Elektrikli otobüs geliştiren Otokar, elektrikli Doblo projesini hazır hale getirip prototip üreten Tofaş ve elektrikli Fluence’u yapıp, uykuya yatıran Oyak Renault bu işte uzmanlar.”
Gelen bu değerlendirmeden anlaşılan küçükler hevesli, gol peşinde. Büyükler şimdilik geri üçlüde!
İşadamı Mustafa Koç’un “Yerli otomobil üretimi intihar olur” sözleri sonrası projeye aslında pek de sıcak bakmayan tüm patronlar yavaş yavaş milyar dolarlık bu işten uzaklaşmışlardı.
Bütçesi nispeten daha küçük olan “elektrikli babayiğit” ise elbette üretilebilir ama piyasayı bilenler der ki, “Bu iş de tutmaz.”