Üniversite bilgi aktaran bir okul değildir. Üniversite var olan bilgiyi tartışır, araştırma yeteneğinin gelişmesi için çalışır. Hangi bilgiye ulaşılması gerektiğinin, nasıl ulaşılacağının, birbirinden kopuk bilgilerin nasıl değerlendirileceğinin, bilimsel kuşku duymanın gerekliliğinin öğretildiği kurumlardır.
Felsefe bölümü olmayan, teoloji değil, ilahiyat okutulan bir okulun adı nasıl olur da üniversite olur, gerçekten anlamak zor?
Ülkemizde 2024-2025 ders yılında eğitim-öğretim görevi üstlenen 209 üniversite bulunuyor. Bu üniversitelerin 131’i devlet üniversitesi, (11’i teknik, 2’si güzel sanatlar, 1’i yüksek teknoloji, Polis Akademisi ve Millî Savunma Üniversitesi) 77’si vakıf üniversitesi. 17’si 2016 yılında, biri ise 2020 yılında olmak üzere 18 vakıf üniversitesi de kapatılmış durumda. Kıbrıs’ta ise 26 üniversite faaliyetine devam ediyor. Kuruluş aşamasında olan 13 üniversite daha var. Ülkemizde iki yıllık eğitim yapan 802 adet de meslek yüksekokulu bulunuyor. Bunların 705’i devlet üniversiteleri, 57’si ise vakıf üniversiteleri içinde eğitim vermekte. 8 vakıf meslek yüksekokulu, 32 ise bağımsız meslek yüksekokulu olduğu belirtiliyor. Bu okulların 549’u teknik ve sosyal konularda eğitimini sürdürüyor. Elbette yüksek eğitimin bu kadar yaygınlaştırılmasının ülkemiz için bir iftihar konusu olduğunu düşünmekteyim. Ancak bu yaygınlaştırmanın üniversite gibi akademik kuruluş olarak değil, uygulamaya yönelik meslek eğitimi olarak yapıldığı takdirde faydalı olacağını düşünüyorum. Kültürümüzde bir söz vardır: “Sen ağa, ben ağa bu ineği kim sağa?” Hemen her üniversite mezununun yönetici olma hevesinin bulunduğu bir toplumda yapılması gereken işleri kimin yapacağını hiç düşünüyor muyuz?
Konstantinopolis Okulu
Örgütlü eğitim konusunda kurulan ilk kurumun MÖ IV. yüzyılda Atina’da eğitim vermeye başlayan “Platon Akademisi” olduğu kabul edilir. MÖ 86 yılında Roma İmparatoru Lucius Cornelius Sulla tarafından ortadan kaldırılan bu okul, MS 410 yılında yeniden faaliyete geçse de giderek ağırlık kazanan Hristiyanlığın etkisi ile MS 529 tarihinde I. Justinianus tarafından kapatılır. Bu kapatmada rol oynadığını düşündüğümüz bir başka girişim ise MS 425 tarihinde 849 öğrencisi bulunan lonca tarafından açılan “Konstantinopolis Okulu” olmalıdır.
İlk üniversiteler
Modern anlamda kurulan ilk üniversitenin 1088 yılında eğitim vermeye başlayan “Bologna Üniversitesi” olduğu kabul edilir. Onu takiben 1096 yılında Oxford, 1134 yılında Salamanca, 1209 yılında Cambridge, 1222 yılında Padua üniversitelerinin kurulduğu söylense de çok daha önceki tarihlerde Budist Viharalar’ın, Endülüs Emevi Okulları’nın, X. yüzyılda Karahanlılar döneminde Merv’de eğitime başlayan medresenin, Nizâmülmülk’ün (ö. 1092) Nizamiye Medreseleri’nin varlığını unutmamak gerekir.
“Üniversite” sözcüğü, Latince “Universitas”tan (aynı amaç uğruna toplanan insanların bir araya geldikleri kurum) Batı dillerine, Fransızca “Université”den (bilgilerin öğretildiği kurum) ise dilimize geçer. “Üniversite” sözcüğü, bağımsız tüzel kişiliğe sahip ve ortak çıkarları olan kişiler (lonca) anlamına da gelmektedir.
Günümüzde üniversiteler; “Gerçekleri arayan, bilim üreten, bilimin yaygınlaşması için gayret sarf eden, üst düzeyde araştırma ve eğitim yapan derecelendirme ve diploma verme yetkisine sahip kurumlar” olarak nitelenmektedir.
Taşrada üniversite olmaz!
Baskın Oran bir yazısında; “Taşrada üniversite olmaz, taşrada üniversite açarsanız taşra çağdaşlaşmaz, üniversite taşralaşır.” demektedir. Geçmiş dönemleri incelediğimizde gerçekte üniversitelerin zamanının en ileri düşüncelerini barındıran şehirlerde kurulduğunu görmekteyiz.
Üniversite bilgi aktaran bir okul değildir. Üniversite var olan bilgiyi tartışır, araştırma yeteneğinin gelişmesi için çalışır. Hangi bilgiye ulaşılması gerektiğinin, nasıl ulaşılacağının, birbirinden kopuk bilgilerin nasıl değerlendirileceğinin, bilimsel kuşku duymanın gerekliliğinin öğretildiği kurumlardır.
İbn Haldun
İbn Haldun, “Mukaddime” adlı eserinin “İlimlerin Ancak Umranın Büyümesi ve Medeniliğin Gelişip İlerlemesiyle Çoğalacağı Hakkında” isimli bölümünde;
“… İlim öğretimi, sanatların kapsamında yer alır. Sanatlar ise ancak şehirlerde gelişip çoğalır. Sanatların az ve çok ya da iyi veya kötü olması ise, umranın (ilerlemenin) azlık, çokluk, medenilik ve refah durumuna bağlıdır. Şehirlerdeki sanatlar, geçimi temin etmenin ötesindeki ihtiyaçlara cevap veren işlerdir. İnsanların çalışması, geçimlerini karşılayacakları harcamalardan fazla olursa bu fazlalık insan olmanın özelliğinden kaynaklanan diğer alanlara yönelir. Bunlar ise ilimler ve sanatlardır.
Bağdat, Kurtuba, Kayravân, Basra ve Kufe’nin durumu buna örnektir. Büyük bir umrana ve gelişmiş bir medeniliğe sahip oldukları İslam’ın ilk dönemlerinde buradaki ilim denizi coşup yükselmiş, öğretim terimleri ve ilim çeşidi çoğalmış, yeni yeni ilim ve sanat kolları elde edilmiştir. Öyle ki, bu dönemde yetişenler hem kendilerinden öncekileri hem de sonrakileri geçip çok ileri seviyeye ulaşmışlardır. Ancak oralardaki umran gerileyip dağılınca, ilim ve öğretim de kayboldu ve başka İslam şehirlerine intikal etti.
Çağımızda ilim ve öğretimin Mısır beldelerinden Kahire’de olduğunu görmekteyiz. Çünkü Kahire büyük bir umrana sahiptir ve binlerce yıldır medenilik orada kökleşip sağlamlaşmıştır. Buna bağlı olarak sanatlar da kökleşip sağlamlaşmış ve çoğalmıştır. İlim öğretimi de bu sanatlar kapsamında yer alıyor.” demektedir.
Gerçek üniversite
Az nüfuslu, farklı düşüncelerin rağbet görmediği, tartışmanın arzulanmadığı, hatta büyük oranda reddedildiği bir ortamda evrensel eğitim mümkün müdür? Evrensel üretim için var olan bilgiye kolayca ulaşmak, edinilen bilgi üzerinde düşünmek, yeterli bilgiye sahip bilim insanları ile tartışmak gerekir. Üniversitelerde haftanın yedi günü, yirmi dört saat hayat devam eder. Akşamları ortalama saat 17.00-18.00 gibi hayatın ortadan çekildiği bir yerleşmede, yaşamın yirmi dört saat devam etmesi gereken bir kurumun varlığını etkin bir şekilde sürdürmesi ne derecede mümkündür? Ülkemizin giderek büyüyen ara eleman açığı göz önüne alındığında büyük şehirler dışında kalan üniversitelerin, teorik eğitimden çok her türlü mesleğin uygulama eğitimine ağırlık vermesi ve uygulama elemanı yetiştirmesine gerek vardır.
Bir üniversiteden mezun olduktan sonra, öğrenilecek daha çok şey olduğunun farkında olanlar için, yüksek öğrenim yapmanın bir zararı yoktur.
Van Loon
Bu sözün altında yatan ironiyi anlamak gerekiyor. Öğrenilecek çok şey olduğunu ve hayat boyu öğrenmeye devam etmemiz gerektiğinin farkında olanlar için bir üniversiteden mezun olmanın elbette hiçbir sakıncası yoktur. Ama üniversiteden mezun olduğunda hemen her şeyi öğrendiğini, artık öğrenecek bir şey kalmadığını düşünenler içinse yüz üniversiteyi bitirmenin bir faydası yoktur.