Sinan Genim

Sinan Genim

sinan@sinangenim.com

Tüm Yazıları

“Otuzlu yaşlarımdayken Amerika’da bir üniversitede üç yıl kadar hocalık yapmıştım. Konuşmadan da anlaşma, uyumlu davranma, bir şey söylemeden duruşumuzla diyebileceğimizi ifade etme, gencin yaşlının yerini bilmesi, vefa, minnet borcu gibi anlayışların ağırlıklı olduğu Japonya ile karşılaştırınca, her şeye mantıklı müzakere yoluyla karar veren Amerikan toplumu bana çok rahatlatıcı gelmişti. Orada herhangi bir şeye karar vermek için bundan başka bir yöntem olmadığına inanıldığı için, tartışmalarda kazananın da yenilenin de garez gütmesi gibi bir durum olmuyor. Değişik milletlerin erime potası olduğu da söylenen Amerika’da, devleti bir arada tutabilmek amacıyla her türlü insan için geçerli olacak bir yönteme, mantığa dayanmaktan başka bir yol bulunmuyor.” (s. 15) 

Haberin Devamı

Masahiko Fujiwara “Kokka No Hinkaku / Devletin Haysiyeti” isimli kitabının başlangıç bölümünde bu açıklamaya yer vermekte. 1943 yılında, o tarihlerde Japonya’ya bağlı olan Mançurya’da dünyaya gelen Fujiwara, Tokyo Üniversitesi’nde matematik eğitimi alır. Bir süre Colorado Üniversitesi’nde hocalık yaptıktan sonra Japonya Ochanomizu Üniversitesi’nde hocalık görevine devam eder. 

Amerika sonrası 

Fujiwara, Japonya’ya döndükten sonra Amerika’da alıştığı yöntemi devam ettirmek ister. Ancak bir süre sonra söylediklerinin kabul görmediğini, giderek yalnız kalmaya başladığını fark eder ve mantığın gücünden şüphe duymaya başlar. “Duyumsama” ve “Ölçülülük” denen şeylerin anlamını düşünmeye başlar. Duyumsama; “Bir şeyi duyular vasıtasıyla algılamak” bir oranda “Hissetmek” olarak kabul edilebilir. Ölçülülük ise “Araç ve amaç ilişkisi” ile ilgilidir. 

Bu düşünceler arasında bir çözüm bulmaya çalışırken, bir yıl süre ile İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde görev alır. İngilizlerin geleneklerine ne kadar bağlı olduklarını görür. Japonya’daki gibi, konuşmadan anlaşma ve hatta duruşumuzla söylemek istediğimizi ifade etme kavramlarının bile var olduğunu fark eder. Fujiwara, İngiltere dönüşü kendisi için mantığın konumunun azaldığını hisseder. Duyumsama ve ölçülülük anlayışı daha da büyümüştür. 

Haberin Devamı

Duyumsama herkesin sahip olduğu sevinmek, kızmak, üzülmek gibi duygular değil; eskiye, iyiye duyulan özlem ve hüznün güzelliği gibi eğitim ile olgunlaştırılan duygulardır. Ölçülülük ise “Buşido” denilen savaşçılık ahlakından gelen davranış biçimleri ve ölçütleridir. 

‘Batı’nın hışmı 

“Son beş yüz yıllık yakın ve modern çağlara bakarsak, A’dan Z’ye her şeyin ‘Batı’nın hışmına uğramış’ olduğunu söylememek mümkün değildir. Asya, Afrika, Orta ve Güney Amerika’nın birçok yerinde kuvvetli direnişler olduysa da hiçbiri Batı’yla boy ölçüşemedi. Tamamen Batı’nın işgali altına girdiler. Sanatta Rönesans, dinde reform, bilim ve sanayide devrim yaşanması Batı hâkimiyetini perçinledi. 

Özellikle Sanayi Devrimi’nin insanlık tarihi içindeki en büyük olay olduğu söylenebilir. Onun sayesinde Batı dünyaya hâkim oldu… İşte böylece bütün dünya önce Avrupa’ya yenildi. Sanayi Devrimi’nin kaynağı İngiltere, silah zoruyla yedi denize hâkim oldu. Ondan sonra da Amerika bu işi devraldı. Sonuçta bütün dünya çocukları ağlaya ağlaya İngilizce çalışmakta. İşgalcinin dilini anlamazsan yaşaman mümkün değil çünkü.” (s. 24) 

Haberin Devamı

Uygarlık düzeyi 

Asya’nın, Afrika’nın ve dünyanın farklı bölgelerindeki toplulukların uygar ve çoğunlukla birbirini fazlaca rahatsız etmeden sürdürdükleri ileri düzey birçok kültür çöktü. Çünkü ateşli silah ve gaddar bir işgal ordusu nerede ise tüm dünyanın kaderini tayin eder hâle geldi. Silah gücünün sağladığı üstünlük aynı zamanda beyaz ırkın üstünlüğü olarak kabul edilmeye başlandı. Beyazların ne kadar üstün, diğer milletlerin de ne kadar geri kalmış olduğu düşünülmeye başlandı. İşgal güçleri tarafından büyük bir hızla egemenlikleri altındaki toplumlara empoze edilen bu düşünce büyük

bir aşağılık duygusu yarattı. Birkaç Avrupa ülkesi ve Amerika nerede ise tüm dünyayı kontrol altına aldı ve hiçbir acıma hissi duymaksızın büyük bir sömürü düzeni kurdu. 

Tüm dünyada sömürü düzeni kuran ülkelerin bunu yalnızca kültürel değil, politik cambazlıkları ve silah güçlerindeki üstünlükleri sayesinde sağladıklarını görmekteyiz. Özellikle Orta Doğu, Hindistan, Çin ve Japonya gibi ülkeler kültürel bakımdan sömürgeci güçlerden çok daha üstünlük taşımaktaydılar. Örneğin V. yüzyıldan nerede ise Rönesans dönemine kadar Avrupa, küçük toprak parçaları için krallıkların çarpıştığı, cehalet ve fakirliğin hüküm sürdüğü ilkel topluluklar hâlindeydi. Bu cehalet öylesine büyük boyutlardaydı ki, matematik düzeyi Pisagor’ın (Pythagóras) yaşadığı dönemden bile daha aşağı seviyedeydi. 

Bin yıl boyunca geri kalan Avrupa’da önce sanatta Rönesans, sonra dinde reform, Galileo Galilei ve Isaac Newton gibi bilginlerce de bilim devrimi gerçekleşti. Bağnazlıktan kurtuldu ve Avrupa ilk defa mantıklı ve çağdaş rasyonel düşünmeyi başardı. Bu sayede “Sanayi Devrimi” gerçekleşti ve ondan sonra bütün dünya Batı’ya yenik düştü. 

Devletlerin haysiyetlerini korumak, ülkelerinin devamlılığını sağlamak için yapılacak iş bellidir; bağnazlıktan ve hurafelerden kurtulmak, dinde reform, mantıklı ve çağdaş düşünmeye dönük eğitimi yaygınlaştırmak. Elbette çoğu ülkede bu söylediklerimizi yapacak potansiyel mevcut olsa da iktidarlar ülke sathındaki bu gelişimin, varlıklarını tehdit edeceğini düşünmektedirler. Elbette aydınlanan ve kültürel açıdan gelişen ülkelerde iktidarlar her zaman demokrasinin tehdidi altındadırlar, aldıkları kararlarda diledikleri kadar özgür olamazlar. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, geçmişte olduğu gibi işgal altında sürdürülen bir sömürü değil, ekonomik açıdan işgal edilerek yapılmakta olan sömürüdür. 

Vietnam gezisi 

On yıl kadar önce Vietnam’a gittim, hemen her yerde özellikle de Amerikan şirketlerinin büyük büyük isimleri görülüyordu. Her tür Amerikan yiyecek ve içecek firması serbestçe ticaret yapmaktaydı. Vietnam’da gelişmekte olan tekstil sektörünün en büyük alıcısının Amerika Birleşik Devletleri olduğunu öğrendim. Geriye bakınca 1 Kasım 1955-15 Mayıs 1975 tarihleri arasında yaşanan Vietnam Savaşı’nın anlamsızlığını hissettim. 1963 yılına kadar Fransa’nın, 1963-1975 yılları arasında Amerika’nın sürdürdüğü ve 60.000’i aşkın Amerikan askerin öldüğü bu savaşın gerçek nedenini anlamanın mümkün olmadığını düşündüm. Hele de ölen Vietnamlı sayısını hatırladıkça bunca ölümün ne için yapıldığını anlamakta aciz kaldım. 

Kuzey-güney diye ikiye ayrılan ve bir bölümü komünist yönetim altında olan ülkenin tümünün komünist rejimle yönetilmesinin önüne geçmek için yapılan bu kıyım gerçekten insanlık tarihinde utanılacak bir sayfadır. Bunca ölümün başaramadığını ticaret başarmış ve yabancı sermaye ülkeyi nerede ise tümüyle istila etmişti. 

İnsanlığın kurtuluşunun savaşla değil, sevgi ile olacağını düşünürüm. Fujiwara bu dört sevgiyi dile getirir. Önce “Aile sevgisi”, sonra “Memleket sevgisi”, daha sonra “Vatan sevgisi”, bu üçü yerine oturduktan sonra ise “İnsanlık sevgisi” (s. 112). Bu sıralamaya katılıp katılmayacağımı uzun süre düşündüm, sonrasında evrensel kültür açısından bu sıralamayı daha farklı yapmak gerektiğine karar verdim. Öncelik “Hayatı sevmek” olmalı, yaşamın bize armağanı olan her tür canlı sevgisi ön planda yer almalı. Eğer bir insan hayat ve onun getirdiği her şeye sevgi ile bağlanırsa zaten aile, memleket ve vatan sevgisi de gelişir ve vazgeçilmez bir duygu olur. 

Gerek kendi gerekse devletimizin haysiyetini korumak için öncelikle çekirdek aileden başlayan iyi bir eğitim düzenine sahip olmamız gerekir. Tüm inançların temel öğretisi ahlaktır. Ahlakın vazgeçilmez, vazgeçilemez köklü bir alışkanlık olduğu toplumlar varlıklarını ilelebet sürdüreceklerdir. Bu grubun dışında yer alan toplumların zaman içinde yok olacaklarını veya ahlaken gelişmiş toplumlarda ikinci sınıf vatandaş olarak varlıklarını sürdürmeye çalışacaklarını sanıyorum. 

Fujiwara Masahiko, (Çev. Vaner Alper), Devletin Haysiyeti, İstanbul, 2020.