Sezin Sivri

Sezin Sivri

Tüm Yazıları

Şu aralar bir Osmanlı dönemi film-dizi furyasıdır gidiyor. Bu akımı 1996 yılında “İstanbul Kanatlarımın Altında” filmi ile Mustafa Altıoklar başlattı. Altıoklar’ın öncülüğü olmasa belkide büyük bütçe gereken bu projeler çekilmeyecekti.
Mustafa Altıoklar’a bir röportaj için buluştuk. “İstanbul Kanatlarımın Altında” filminin dizi olacağı haberini aldım.
Malumunuz film 120, dizinin her bölümü 90 dakika... En çok merak ettiğim film ile dizi arasında ne gibi farklar olacağı. Altıoklar, filmi diziye çevirmeye karar verirken çok zekice bir ayrıntı yakalamış. Twitter aslında zamanının teknoloji ile 17. Yüzyılda Osmanlılar tarafından da kullanıyormuş. En iyisi bunu Altıoklar’ın kendi cümlelerinden duyun, “Dizi filmin başladığı noktanın öncesi bir zaman diliminden başlayacak. En temel fark bu... Bir de ilginç bir sürprizimiz olacak. Birinci bölümde Hezarfen Ahmet ve Hanzade’yi şahane bir çocukluk aşkı içinde göreceğiz. Ne var ki daha bölümün sonunda Hanzade’nin dedesi saray hekimbaşısı Muttalip Efendi, Sultan Mustafa’ya deli raporu verdiği için Venedik’e sürgüne gönderilince; Hezarfen ve Hanzade ayrılacak, birbirlerinin izin kaybedip tam on sene görüşemeyecektir. On sene sonra Hezarfen’in bahçesine, kanadı yaralı bir posta güvercini konar. Birbirlerini kaybetmiş olan aşıklar, karşıdakinin doğru account olduğundan emin olamadan, temkinli cümlelerle yazışmaya başlarlar. Posta güvercini, Alaca kuş, ikisinin arasında gidip gelir. Böylece ilk tweeter, yani Alper Erze’nin değişiyle “Güvitter” başlar. Sanal âlem buluşması gibi dursa da, şimdiki zaman çocuklarına, aslında elle tutulur, kağıttan okunur bir buluşmadır onların ki... .”
Twitter seven bir gazeteci olarak bu haberi sizlere ilk veren olmanın keyfini yaşıyorum. Güzel pazarlar dilerim.

Haberin Devamı

Tabela özürlü şehir

Artık mevsimlerden İzmir mevsimidir. İzmir dışında yaşayan arkadaşlarımın hemen hepsinden “İzmir de havalar nasıl? Çeşme sezonu açıldı mı?” sorularını duyar oldum. Akılları burada kalmış! Havalar güzelleştikçe bir an önce gelmek için can atıyorlar. Haklılarda, bahar İzmir de, yaz Çeşmede güzel...
Geçenlerde gene bir İstanbullu arkadaşımla konuşurken bana Çeşme’yi sordu, “Açtınız mı sezonu? Peki ya Tabela Özürlü Şehir İzmir nasıl?” Dedi. Öylece kala kaldım, ne kadarda haklıydıÖ Önce biraz gülümsedim ya siz İstanbullulara ne yapsak yaranamayacağız, hep taşra kalacağız diye biraz durumu toparlama çalıştım. Sonra itiraf ettim Tabela Özürlü Şehir İzmir tespitine bayılmıştım!
İzmir’in içine girene kadar her şey tamam ama sonrasında bir yabancının bu şehirde kaybolmaması ya da gideceği semti bulması gerçekten imkansız! Atladım arabaya sanki şehri hiç bilmiyormuş gibi Konak’tan, Alsancak’a, Sevgi Yoluna, Gül Sokağa oradan da Bornova’ya gitmeye çalıştım. Gerçekten Tabela Özürlüyüz... İnformation desk desen, öyle bir kavramımız yok, hiç görmedik, bilmiyoruz....
İzmir’e gelen tüm turistlerin, Kristof Kolomb’dan sonra Amerika’yı yeniden keşfetmek deyiminde olduğu gibi bu şehri her defasında kaybola kaybola, soracak yetkili bir merci bulamadan vatandaşa sora sora keşfetmele-rini umuyoruz. Oturduğu-muz yerden bekliyoruz; İzmir’e yerli-yabancı turist gelsin, Çeşme sezonu uzasın, fuarlar şehri olsun, marka şehir olsun diye. Sadece hayal etmekle olsaydı, İzmir dünyada bir numara olurdu. Düşünce gücü yetersiz kalıyor işte, eyleme geçmek gerekiyor.
Tamda bu yazıyı yazarken ne tesadüftür ki başka bir İstanbullu arkadaşım aradı, İzmirli bir kız arkadaşı var kendisinin. Bende dayanamadım Tabela Özürlü Şehir İzmir hakkındaki düşüncelerini sordum. Ne yanıtını aldım dersiniz? “Yolcuya tabela gerekir ama aşığa tabela gerekmez. Aşığın Nevigator’ü kalbidir” dedi. Ben İzmirli kızlar gerçeğini göz ardı etmişim...