Ayasofya’dan mı başlasam Hasankeyf’ten mi bilemedim…
İki üzüldüğüm konu. Bir doğrunun birden çok yanlışa meyil vermesi hali. Bir fayda, kazanılan bir değer uğruna kaybedilen birden fazla değer…
Tarihe yapılan bir yanlışla yine bir tarih yazılmış olması.
Hem tarih’e hem turizm’e yapılan yanlışlar.
Bu satırları yazarken de bir yandan köşe yazımın başlığına ilham kaynağı olan ‘Sevdam Ağlıyor’ şarkısını dinliyorum. Sertap Erener’in seslendirdiği, sözleri ve müziği Sezen Aksu’ya ait olan şarkı.
Şarkının sözleri şöyle;
“Gitti gidiyor yaralı yüreğim
Gitti gidiyor kanadından tut
A benim gözleri görmeyenim
A benim kadrimi bilmeyenim…”
Üzgünüm işte biraz, içim ağlıyor.
“Pınar sert bir taşın içerisinden nasıl güzel bir bahçe yaratsın? Toprak ol ki üzerinde her çeşit çiçek açsın. O kadar uzun zamandır kalp kıran sert bir taşsın ki, bir kerecik denemek uğruna bile olsa toprak ol” der Mevlana.
Ne iyi olurdu Mevlana’nın bahsettiği gibi toprak olabilseydik, üzerimizde her çeşit çiçeğin açmasına izin verebilseydik. Ama yok pınar olmak var bir kere serde! Akmak uğruna kırılana dökülene önem vermemek!
Hasankeyf elden gitti bir kere. Durdurmak istedik olmadı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye’deki hukuk yollarının tümüne gidildi olmadı. Hasankeyf’in yeni yapılacak arkeolojik kazılarla insanlık tarihine ve turizme hizmet etmesi için mücadelede bulunuldu ama olmadı işte…
Medeniyetlerin ilk ortaya çıktığı Mezopotamya’da yer alan, tarihi M.Ö. 8. yüzyıla kadar uzanan ve onlarca medeniyete ev sahipliği yapan Hasankeyf, bölgeye yapılan barajla sular altında kaldı artık.
Eski Hasankeyf’ten 7 eser taşınmış olsa da bir tarihi sular altına gömdük. İsteyerek ve bilerek hem de! 12 bin yıllık tarifi olan, bilinen 24 medeniyete ev sahipliği yapmış ve Neolitik dönemden beri burada hayatın devam ettiğini bir yeri baraj doğrusuna heba ettik.
Şimdi de 2. dalga geldi; Ayasofya! Müzeydi, cami oldu. Açık ara Türkiye’nin en fazla ziyaret edilen müzesi olan Ayasofya ibadete açıldı. Konunun dini yönüne, ibadete açılmış olması kısmına hiç girmiyorum. Maalesef insanları bölen, ayıran bir konu bu. Ben şahsen bir olmaktan, birlik olmaktan ve inançlara saygılı olmaktan yanayım.
Beni ne üzüyor kısmına gelecek olursam, kazanılan bir değer uğruna kaybedilen birden fazla değer olması kaygılandırıyor ve üzüyor. UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alan 1500 yıllık Ayasofya’nın müze konumundayken korunan iç mimarisi ve özellikle paha biçilmez öneme sahip 6. yüzyıldan itibaren yapılmaya başlanmış mozaiklerinin akıbeti için üzülüyorum. Bütün mozaikler mutlaka korunacak vaadi ile başlanacak ama bu bana pek inandırıcı gelmiyor. Her gün 10 binlerce kişi oraya girip çıkarken yavaştan duvar resimleri, mozaikler kazınmaya başlayacak gibime geliyor. Örnekleri çok bunun.
Ayasofya müze olarak faaliyet gösterirken korunabilen ve tüm insanlığa sergilenebilen sanat eserlerinin zarar görme tehlikesi ile karşı karşıyayız ne yazık ki. “Her ne kadar tedbiri elden bırakmayacağız” diyecekseler de bu pek mümkün görünmüyor. Öte yandan, bu eserleri kapatmakla korumaya kalkmaları ihtimali var ki onu düşünmek bile istemiyorum.
Ayasofya dünyanın her bir yerinden gelen insanların hayranlıkla gezdiği; insanlığı birleştiren, buluşturan, tanıştıran, konuşturan, ayrıca ülkemizin yurt dışındaki tanıtımında çok önemli yeri olan insanlık hazinesi iken kimliğini yitirme ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya.
Kazanılan bir değer uğruna kaybedilen birden fazla değer söz konusunu.
Üzülüyorum işte, sevdam ağlıyor.