Kadına şiddetin bahanesi ve tarafı olmaz, olamaz!
İster ünlü olsun ister ünsüz bu konuya tepkisiz kalmak da olmaz.
Mesele sadece kadın meselesi de değil, tüm canlılara uygulanan şiddetin karşısında sessiz kalmak da olmaz.
Fiziksel şiddet.
Duygusal (Psikolojik) şiddet.
Sözel şiddet.
Ekonomik şiddet. Hiçbirinin kabul ediliri, hoşgörüsü olamaz.
Meselenin bu tartışmasız su götürmez taraflarını çok net yazarak başlıyorum ki sonrasında yazacaklarıma geçebileyim.
Şiddetin her türlüsüne, her ne gerekçe ile kime yapılırsa ve her ne şekilde yapılırsa yapılsın karşı olduğumuzun net bilgisi üzerine Ozan Güven ile sevgilisi Deniz Bulutsuz arasında yaşananlara geçebiliriz. Daha doğrusu ben sizi yaşananlara farklı bir boyuttan bakmaya davet edeceğim.
Bu işin kabul edilebilir gerekçeleri yok ama ya işin aslı bizim bildiğimiz gibi değilse ve Ozan Güven masumsa?
Bu gibi durumlarda çoğu zaman şiddet olayı yaşanmış oluyor ama küçük bir ihtimal de olsa işin aslının gösterilenden farklı olduğu durumlar için yazıyorum bu yazımı. Çünkü öyle ise Ozan Güven’e uygulanan psikolojik ve sözel şiddete alet olmuş, hatta biz de kendisini bu tip bir şiddete mağdur bırakmış oluyoruz.
En az düşündüğümüz ihtimallere gelecek olursam.
Kabul edilemez ama, zaten başından beri ilişkilerinin dinamikleri bu olabilir. Sağlıklı bir ilişki şekli olmasa bile şiddetin her türlüsünün en başından beri yaşandığı, her iki tarafın da birbirine uyguladığı ve bunlardan beslendikleri, haz aldıkları bir ilişkileri olabilir.
Bir zamanlar Rihanna ve dayakçı sevgilisi örneğinde olduğu gibi; taraflardan birinin gerek psikolojik gerekse fiziksel şiddet görmesine rağmen buna razı gelmesi hatta bu şekilde bağlılık geliştirmesi durumu söz konusu olabilir. Mağdur durumdaki kişinin kendisini kaçıran, rehin tutan, ezen güçlü kişiye boyun eğip sempati duyması olarak adlandırılan ‘Stockholm Sendromu’ yaşanıyordur da olayın dozu kaçmıştır ve birinden birisi şimdi uyanmıştır.
Ya da olur ya Ozan Güven saldırıya uğramıştır da kendini savunmaya çalışmıştır. Bu bir nefsi müdafaa hikayesidir.
Bilemiyoruz…
Tek bildiğim tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz ya da deneyimimizin birkaç örnekle kısıtlı olduğu konular hakkında insanları yargılamaktan, ahkam kesmekten, dedikodu yapmaktan ve linç girişiminde bulunmaktan kaçınmamız gerektiği. Bakalım yargı süreci bize neler gösterecek. Kapalı kapılar ardında yaşanan başka neler var kim bilir? Çok uzatmayayım, diyeceğim göründüğü gibi olmayabilir. Tıpkı Ozan Güven’in yakın dostu ve ilişkinin yakın tanığı Cem Yılmaz’ın yaptığı gibi kadına şiddetin tarafı olamayacağını, kabul edilemeyeceğini ortaya koyan ve linçten kaçınan bir tutum sergilemek en doğrusu diye düşünüyorum.
Zira eğer Ozan Güven suçlu değilse bakın kendisine ne yapmış oluyoruz bunu bir hikaye ile anlatayım.
***
Bilge, karşısında duran iki adamı süzerek “Sorun nedir?” diye sorar.
Adamlardan biri diğerine işaret ederek, “O, yaptığı dedikodularla sadece benim şöhretimi mahvetmekle kalmadı, bu köydeki pek çok insanın da canını yaktı!” der.
Dedikoduyu yayan hemen atılır, “Üzgünüm, böyle olsun istememiştim.”
Bilge, “Bunun gerçekten her şeyi düzelteceğini mi sanıyorsun?” diye söze katılır ve “Yarın köy meydanına kuş tüyü yastığınla gel” der.
Ertesi gün köy meydanında buluşurlar. Bilge, adamın eline bir makas verir ve yastığı kesip içindeki tüyleri boşaltmasını söyler. Yastıktan boşalan tüyler rüzgârla birlikte etrafa savrulunca, “Şimdi” der bilge, “Bunların hepsini toplayıp bana getir.”
Adam şaşkınlıkla, “Ama bu mümkün değil!” diye cevap verir. “Baksanıza, duvarların ardındaki bahçelere kadar savruldular. Toplamak imkânsız…”
“Tıpkı başkalarının hakkında sarf ettiğin sözler gibi” der bilge, “Yaptığın dedikoduların nerelere, ne kadar uzağa gittiğini ve nelere sebep olduğunu bilebilir misin?”
***
İşte bu nedendir ki biri hakkında konuşmadan önce düşünün lütfen. Ben yazmadan önce öyle yapıyorum artık!
Bu bir dizi değil! Ozan Güven de Can Manay değil! Rol üzerine çok oturdu ve karıştırıyoruz gibi geliyor bana.
Olay yargıya intikal etmişken kimseyi suçlamadan, yargısız infaz yapmadan beklemek ve Deniz Bulutsuz’un yaralarını sarmaya çalışmak en doğrusu geliyor bana.