Dünya ve Türkiye ‘Omicron varyantı’ içinde yüzüyorken, vatandaş ekonomideki gelişmelerin sonuçlarıyla sert bir şekilde yüzleşmeye devam ederken, tarikatlar, tacizler, cinayetler uzun bir süredir olduğu gibi baş köşede yerini almışken, gündemi delip neredeyse her tarafın gündemine girebilen tek olay, Bülent Ersoy’un Anıtkabir ziyareti oldu.
Belki de bu olay, tarihe ‘Şemsiye Davası’ ya da ‘Şemsiye Vakası’ olarak geçecektir, kim bilir...
Artçı şokları devam eden, bizi ana gündemimizden uzaklaştırmayı başaran olayın detaylarına gelecek olursam...
Bülent Hanım, kendi tekerlekli sandalyesini yanına alarak, durduk yere (yani bayram değil, ölüm yıldönümü değil anlamında durduk yere diyorum) kış demeden, yağmur demeden, çok güzel bir şey yaparak Atamızı ziyarete gider ve Atatürk’ün mozolesi önünde saygıyla eğilir.
Bir asker tekerlekli sandalyesini iterken, yüzbaşı da kendisine şemsiye tutar. Bunun üzerine Milli Savunma Bakanlığı, Ersoy’a üniformalı bir subayın şemsiye tutarak eşlik etmesiyle ilgili inceleme başlatır ve şemsiye tutan yüzbaşıyı Hakkâri’ye sürgüne yollar.
Konuştuk, tartıştık, güldük, eğlendik, ciddiye aldık; ama bu olay bize neler öğretti dersiniz...
İç Hizmetler Kanunları kitabının ‘kılık-kıyafet’ bölümünde yer aldığı üzere, resmi üniformalı bir askerin rütbesi ne olursa olsun:
- Pazar filesi, poşet, paket, şemsiye taşıyamayacağını,
- Resmi üniformalı bir subayın koluna eşinin dahi giremeyeceğini,
- Hiçbir şekilde pazardan veya herhangi marketten alışveriş yapamayacağını, içkili yere giremeyeceğini öğrenmiş olduk.
Yani yaşananlar ister nezaket uygulaması olsun, isterse sanatçıya saygı/hayranlık, mevzuata uygun değildi!
Hal böyleyken verilen bu kararın arka planında başka sebepler aranmaması gerekiyordu belki de...
Ama Bülent Ersoy, hiçbir zaman mevzuata uygun insan olmadı ki zaten.
Hatta mevzuat değiştirmesiyle bilinir!
Türkiye’de trans devrimini yapan kadın Bülent Ersoy’dur.
70’lerde, siyasi çatışmaların yaşandığı dönemde henüz androjen görünümlü heteroseksüel erkek olarak görünen Ersoy, Türk müziğinin saygıdeğer ismi olmayı başarmıştır, filmlerde de oynamıştır.
1981 yılında Türkiye’de bir ilki gerçekleştiren Ersoy, İngiltere’de cinsiyet değiştirme operasyonu geçirerek pembe kimlik sahibi olmuştur.
Bir dizi acı verici fiziksel muayenenin ardından, cinsiyet değişiminin arkasındaki motivasyonun kanun dışı cinsiyet olmak istememesi olduğunun vurgulandığı, mahkemelerce sapkın olarak damgalandığı bir dönem vardır.
‘Pembe nüfus kâğıdı’ alması yıllar sürmüştür, ünlü bir sanatçı olmasının yanısıra iyi eğitimli, olağanüstü yorumcu ve ayrıca büyük bir tavrın da sancaktarı olmuştur.
Kim bilir şimdi de, istemeden de olsa, belki de yeni bir tavrın sancaktarı olur ve mevzuat değiştirir.
Bir anekdotla devam edeyim...
Bir bürokrat, görevli olarak şehirden kasabaya giderken, yolda sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş.
Nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş:
“İmdat, boğuluyorum. Kurtarın beni!” diye bağırmaya başlamış.
O sırada yakınlardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış.
Bürokrat, “Bataklığa düştüm. Kurtar beni!” diye bağırmış.
Köylü, “Geçmiş olsun” demiş.
Ama kurtarmak için hiç gayret göstermemiş.
Hani neredeyse dönüp gidecek.
Bürokrat, paniklemiş ister istemez, “Lütfen, bir dal uzat. Kurtar beni!” diye yalvarmış...
Köylü, “Olmaz, sen şu anda Hazine toprakları üzerindesin.
Hazine malından bir şey almak suçtur.”
Bürokrat, “Sen, dalga mı geçiyorsun. Ölüyorum. Kurtar beni!” diye bağırmış ağzına dolan çamurlarla.
Köylü, hiç istifini bozmadan cevap vermiş:
“Ben, Hazine’den mal alıp suçlu duruma düşemem.
Fakat, seni böyle bırakacak değilim. Gidip muhtara haber vereceğim.
O, kaymakamı, kaymakam da valiyi arar mutlaka.
Mal müdürüne talimat verilir.
Şayet, Hazine arazisi değilse itfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar...”
Bürokrat: “Yahu, bunlar oluncaya kadar ben ölürüm.”
Köylü gülmüş: “Ben ölmezsin demiyorum ki...
Bizim devletle bir işimiz olsa siz de bu yolları önermiyor musunuz???...
Biz de oradan oraya gide gide ölüyoruz adeta...
Sen de ölsen, mevzuata uygun ölmüş olursun!..”
Şimdi düşünüyorum da Anıtkabir’i ziyarete gelen, yaşlıca ve yürümekte zorlanan bir teyze olsa idi...
Şemsiye tutan yüzbaşıya bakıp, “Aferin, işte bizim askerimiz” der, gururlanır ve hep beraber alkışlar mıydık? Bu durumdaki teyzeye hiçbir üniformalı asker yardım etmeseydi, “Bu mudur Türk askeri, Atatürk’ten böyle mi gördünüz” demez miydik?
Kaçımız, Ersoy’un yaptığını yapıp özel bir günü beklemeden Atamızı ziyarete gidiyoruz?
Bülent Ersoy’un yerinde olsak askerlere, “Şemsiye tutmana gerek yok evladım” der ve ıslanır mıydık?
Aynı durumda bürokratlardan birinin annesi ya da yaşını almış bir bürokrat olsaydı, bu durumda yine o emri veren yüzbaşı sürgüne gönderilir miydi?
Bu güçlü sorularla sizi baş başa bırakıyorum ve bu durum mevzuat değişikliğine ya da yürütmede daha çok uyarıcı niteliğinde cezalar verilmesine vesile olur mu, izlemeye devam edeceğim.