Çoğu insan bana koçluklarım ve danışmanlıklarım sırasında gerek özel hayatları gerekse iş hayatları ile ilgili negatifliklerden nasıl arınacağını ya da başına gelen kötü şeyleri nasıl atlatacağını soruyor. Aynı soru, “Ne olacak bu memleketin hali?” ya da “Koronadan sonra hayatımız nasıl olacak?” konuşmalarında da geçiyor. Teknik olarak yapılması gerekenleri bir bir sıralıyorum.
Öte yandan aslında negatif, pozitif, iyi ya da kötü diye bir şey yok sadece kontrast, ikilik, dualite var demek geliyor içimden. Bunun da bir tek sebebi var; ne istediğimizi bulabilmemiz ve deneyimler yaşarken büyüyüp gelişebilmemiz için. Tabi çok nadir bu yorumu yapıyorum, çünkü o an duymaya ihtiyacı oldukları, hazır oldukları ve benden bekledikleri bilgi bu olmuyor.
Lao Tzu’nun en sevdiği öykü diye rivayet edilen bir öykü var; “Yaşlı Adam ve At” size onu özetleyeyim kısaca.
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.
“Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı?” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış, “Seni ihtiyar bunak! Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var ne de atın” demişler.
İhtiyar, “Karar vermek için acele etmeyin. ‘Sadece at kayıp’ deyin, çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”
Köylüler ihtiyar bunağa gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.
“Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.”
“Karar vermek için yine acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.”
Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden “Akli dengesi yerinde değil” diye alay etmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul, şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başka kimsen de yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.
İhtiyar, “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş.
“O kadar acele etmeyin, oğlum bacağını kırdı, gerçek bu, ötesi sizin verdiğiniz karar. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size bildirilmez.”
Birkaç hafta sonra, düşmanlar saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almış. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama, hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla geri dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.” “Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar, “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah bilir. Acele karar vermeyin.”
“Hayatın küçük bir dilimine bakıp, tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken, yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
Biliyorum bu sadece bir öykü. Sizin yaşantınızla örtüşmesi ya da örtüşmemesi de sadece rastlantı. Öyle ya da böyle size uygun olup olmadığına fazla takılmadan, yaşlı adamın bakış açısıyla elinizden geldiğince özdeşleşmeye çalışın derim.