Şu aralar ortalığı kasıp kavuran, satranç dehasının dünyanın en iyisi olma yolunda kendisiyle, geçmişiyle, bağımlılıklarıyla verdiği mücadeleyi anlatan The Queen’s Gambit dizisini duymuşsunuzdur. İzlemediyseniz mutlaka izleyin, kusursuz bir yapım. Dizinin bu kadar başarılı olmasının sebebi, senaryo ve oyunculuğun iyi olmasının yanı sıra, dizide yer alan satranç oyunlarının efsanevi olmasından, bu konuda da iki satranç ustası Garry Kasparov ve Bruce Pandolfini’nin diziye danışmanlık yapmış olmasından kaynaklanıyor. Zaten dizide geçen, köşe yazımın da başlığına ilham veren “O da bizim gibi. Kaybetmek onun için bir seçenek değil” sözü, gerçek hayatta satrancın Kral’ı ‘Garry Kasparov’a ait.
Kaybetmek bir seçenek değilse eğer, başarı kazanmaksa, konu satranç ve hayatsa; kusursuzluktan bahsetmek gerek. Mutlu olmak için, sağlıklı olmak için, zengin olmak için, kariyerimiz için, aşk için ya da ailemiz için pek çok şey yapıyoruz. Her şey yerli yerinde olsun, tam olsun, istediğimiz gibi olsun diye uğraşıp duruyoruz. Ama nedense bir türlü istediğimiz gibi olmuyor.
Çoğu zaman hayatı ve insanları satranç oyunu gibi kusursuz sanıyoruz. Oysa yaşam, satrançta olduğu gibi öngörülebilir ve sadece attığımız adımlara bağlı değil. Her sabah yeni bir oyuna uyanıyoruz. Kendimizi satranç oynuyor sanıyoruz ama aslında rulet masasındayız. Bu küçük ve önemli ayrıntıyı gözden kaçırıyoruz. Uğruna çaba sarf ettiğimiz şeylerden hangisinde şansın payı yok ki, ya da şans hangisinde sadece bizim elimizde!
‘Hayat’ da ‘kusursuz oyun’ satranç gibi olsaydı ne olurdu sanki? Her birimize eşit sayıda ve özellikte taşlar verilseydi. Sırayla yapılan hamleler sonunda kazanan belli olsaydı. Yapılmış ve yapılacak her hamle sadece özgür irademizin ve geçmiş deneyimlerimizin bir bileşimi olarak ortaya çıksaydı. Hamlemizi belli eden, şans ya da başka diğer faktörler olmasaydı. Verdiğimiz her karar kalbimizden ve zihnimizden çıktığı gibi tahtaya yansısaydı. Sadece kendi kararlarımız. bizi zafere veya mağlubiyete taşısaydı. Oyunu zekâ gücümüz ve bileğimizin hakkı ile kazanabilseydik, şansa yer olmasaydı. Daha çok çalışmış, daha iyi olan (iyi insan; doğaya duyarlı, pozitif niyetler, hisler taşıyan, yapıcı, yaratıcı eylemlerde bulunan insan) ve deneyimli olan kazansaydı. Sadece yanlış hamle seçimlerimizde kaybetseydik...
Kaybettiğimizde suçu şansa ya da başkalarına atamasaydık. Her zaman daha iyi olan taraf kazansaydı. Yenildiğimizde, rakibimiz bizi aciz durumda bıraktığında, tek yaptığımız şey onun üstünlüğünü kabul etmek olsaydı. Ve bir dahakine rakibi yenmek için sadece doğru hamleyi bilmemiz gerektiğini açıkça görebilseydik. Kazanmak taraflar için mümkün değilse eğer karşılıklı iki özgür irade oyuncuları olarak oyunun asaleti karşısında berabere kalsaydık...
Hayat da, satranç oyunu da doğaları gereği acımasızdır. Satrançta kurallar bellidir, ne kadar iyi veya kötü olursanız olun ‘şans’ hiçbir zaman sizin kazanmanız için yanınızda olmayacaktır. Hayat ise kuralsız bir oyundur; diğer insanlarla olan etkileşimimizden doğan faktörlere bağlıdır ve şans önemli bir etkendir. Bu nedenle kaybetmenin bahanesi çoktur. İşte bu farklar, satranç oyununu kusursuz kılarken, yaşamda kusursuzluğu imkânsızlaştırır. Buna rağmen, hayatın tüm zorluklarına rağmen onu kusursuz hale getirmek için yapabileceğimiz birkaç şey var aslında.
Hayatta kusursuzluğa yaklaşmış, başarılı insanların sırrı kendilerinden çok şey beklemeleridir. Herkes sürekli olarak kendi performansından sorumludur. Tek bir yenilgi, hiçbir şeyin sonu değildir. Hatalı olduğunuzu kabul etmezseniz, yanlışlardan hiçbir şey öğrenemezsiniz. İnsan yaşamının bir alanında haksızlık yaparken diğer bir alanında haklı olamaz; yaşam bölünmez bir bütündür. Kendinizi daha iyi olmaya adamadığınız zaman, daha kötüye gitmeniz kaçınılmazdır. Evet, değişiklik ürkütücü ve zordur. Ama insanlar kendilerini güvende hissettiklerinde tehlikeli görevleri üstlenmeye gönüllü olur. Büyümenin ve erdemli olmanın yolu, kolay olmayan şeyleri yapabilmekten geçer...
Gerçekten harika kişiler, kendi performanslarının yanı sıra başkalarının da kendilerini iyi hissetmelerini sağlarlar. Ama sıradanlığı ödüllendirirseniz, buna sahip olmaya devam edersiniz. Kendiniz başta olmak üzere tanıdığınız herkesi gönüllü pozitif değişim, iyi niyet ve yaratıcılık için teşvik ederseniz, sıradan hayatlar yaşamaktan kurtulursunuz.
Kusursuz bir hayat imkânsız olsa da, aslında “kaybetmek bir seçenek değil”dir. Çünkü, istediğiniz sonuca ulaşamadığınızda aslında kaybetmezsiniz; artık ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuzdur. Öğrenirsiniz.
Ne demiş Nelson Mandela: “Hiçbir zaman kaybetmem. Ya kazanırım ya da öğrenirim.” Kusursuzluk işte budur!