Ahmet Hakan, “Faşist İzmir” tartışmalarında İzmir için çok ağır yazdı. Nedenini sordum? İzmir’deki tehlikeli milliyetçi kabarmadan ürktüğünü söyledi. Ama sonra da gönül aldı: Gelişmişlik, eğitim düzeyi, medeni olmak da büyük etken. İzmir bu açıdan çok şanslı
Ünlü gazeteci Ahmet Hakan’la İzmir’e geldiğinde röportaj yapma fırsatı yakaladım. Türkiye’nin gündemindeki konular, siyaset ya da diğer köşe yazarlarının kendisiyle ilgili yazdıkları hakkında soru sormadım. Bu konularda düşüncelerini paylaşacağı bir köşesi, bir televizyon programı ve twitter’ı vardı çünkü.
Zaten söylemek istediklerini, istediği zaman açık açık yazıyordu, gereken cevapları gazetedeki köşesinden veriyordu.
İstedim ki, Ahmet Hakan’la İzmir’i konuşalım...
Bu şehri ne kadar tanıyor?
O zehir zemberek ithamlarla dolu İzmir yazısını neye dayanarak yazmış, neyi anlatmak istemişti?
İzmirlilerle barışmış mıydı?
Bir de şu ünlü sosyal ağ konumundaki “twitter” macerası vardı. Her gün burada yazdıklarını okuduğum, takip ettikçe biraz da olsa birey olarak tanıma fırsatı bulduğum, farklı yönlerini keşfettiğim Ahmet Hakan’la ilgili sorularımı ve twitter dedikodularını sordum.
Aşk ve özel hayatıyla ilgili sorularıma ise cevap vermedi.
Ya da cevap vermediğini sanıyor...
Ahmet Hakan’a sorularım ve onun İzmir düşünceleri şöyle:
Bundan önce en son ne zaman geldiniz İzmir’e?
Son seçimden önceydi. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’la birlikte gelmiştik.
Peki şehri gezme, yaşama ve tanıma şansınız oldu mu?
Kısmen... Yani, İzmir’i iyi tanıyan, değişik yerleri bilen biri gezdirmedi.
Ertuğrul Özkök size, “Gel seninle bir de İzmir yapalım... Ama bu sefer mihmandar benim... Sana İzmir’in gizli ve açık güzelliklerini yaşatayım... Şöyle Kordon’a uzanalım... Kafelere falan girelim... İzmirlilerle muhabbet edelim... Dönüşte de izlenimlerimizi yazalım” demişti. Yapabildiniz mi?
Şöyle oldu; vaktim pek uygun düşmedi, Özkök’ün de vakti olmadı. Dolayısıyla konu, İzmir’deki DTP olayları falan da gündemden düştü. Olmadı, yani olamadı.
İzmir’de ulusalcılığa kayma var
Özkök’ ün sizi İzmir’de gezdirme isteği, DTP mitingi yazınızdan sonra olmuştu değil mi?
Evet... O İzmirli olduğu için daha iyi biliyor. Ben onu Umre’ye götürmüştüm. O da bana sana İzmir’i gezdireyim demişti. Espiriyle karışık bir öneriydi ama gerçekleştiremedik.
DTP mitinginde yaşanan olaylar sonucu yazdığınız köşe yazınızda İzmir’i ve İzmirlileri, “Tahammülsüz, başkalarının yaşam biçimine saygı duymayan, ilk fırsatta eline taşı alıp linç görüntüleri vermekten kaçınmayan, parti konvoylarını taşlamayı düşman taşlamak olarak gören, bir arada barış içinde yaşamanın yollarını bilmeyen” olarak nitelendirdiniz. İzmir’i, “bütün kadınların başı açık olsa da uygar olmayan bir şehir” ilan etiniz.
Bir prensip çerçevesinde yazdım aslında. Bir ilke olarak yazdım. Bir şehre medeni diyeceksek; o şehirde kadınların giyimlerine bakarak demeyeceğiz. Ya da insanların eğitim düzeylerinin yüksek olmasına bakıp demeyeceğiz. Böyle daha cicili bicili yerlerin fazla olmasına da bakıp demeyeceğiz. Neye bakacağız: Hoşgörülü mü, tahammüllü mü, demokrat mı bunlara bakacağız. Bir şehri uygar yapan, medeni yapan temel unsurlar bunlardır, görüntü değildir. Görüntüde İzmir çok uygar gibi görünüyor ama eğer bu şehirde birtakım insanlar, siyasi partiye, siyasi parti ne kadar tahrik ederse etsin, taşla sopayla saldırırsa olmaz.
İzmir’de çok nadir olay olur. DTP mitinginde yaşanan ve şehrin genelinde hakim olmayan bir tepki için, tüm kenkin ipini çekmek doğru mu?
Doğru değil ve bu en büyük handikapımız. Ben zaten sonradan böyle bir genelleme yapılmaması kanaatine vardım. Fakat İzmir için tek bir olaydan yola çıkarak bir değerlendirme yapmıyoruz. Öteden beri İzmir’de böyle bir bayrak asma, tehlikeli bir milliyetçi kabarma, böyle bir ulusalcılığa kayma var.
Bayrak asmak modern bir tepki değil mi?
Değil.
Eleştiriniz tamamen tepkinin veriliş şeklineydi o zaman...
Doğru... Şunu demek istiyorum; Bu kayma, bu kabarma böyle devam ederse, bu tekin bir olay olmaktan çıkar, genelleşebilir. Çünkü İzmir’in çevresinde, varoşlarında, banliyölerinde Kürtler yaşıyor. Bu insanlar, buraya göç etmiş. Böyle devam ederse bir gün Allah göstermesin iç çatışmaya varabilecek olaylar yaşanabilir. O kabarmaya bakıp bu sonuca varıyoruz.
Böyle bir kanıya varmanızın sebebi İstanbul’da yaşamanız ve İzmir’i iyi tanımıyor olmanız olabilir mi?
Hayır... İzmir’de eskiden beri daha demokrat bir tutum vardı. Mesela Demokrat Parti, burada daha çok oy aldı. DP’nin kalesiydi. Ondan sonra çeşitli partiler oy aldı. İzmir her zaman tahammüllü, demokrat, tartışılabilen, barışçıl, kendinizi emniyette, güvende hissettiğiniz bir yerdi.
İzmir üzerine oynanan oyunlar var
Şimdi ne değişti peki?
Şimdi de bir şey değişmiş değil. Ben sadece bir kaygıya, bir endişeye işaret ediyorum. Olabilir mi acaba? Bu gidiş farklı bir şeylere sebebiyet verebilir mi? İzmir üzerinde oynanan birtakım oyunlar var. Birtakım internet siteleri kuruluyor, böyle ağır faşizan eğilimlerin dile getirildiği bir ortam yaratılmaya çalışılıyor. Genelleme yapmak hata. Fakat ben İzmir’de yaşanan o tekil olayın önemli bir kesim tarafından da benimsendiğini, “Ne var bunda canım, adamlar da Apo bayrakları astılar” diyerek meşrulaştırıldığını gördüm. Bu, o kaygıları daha da artırıcı bir şey oluyor. Eğer, “Biz İzmirliler yapılan şeyi asla kabul etmiyoruz” şeklinde yüksek sesli tepki verilmiş olsaydı, genellemeden kaçınabilirdim.
Türkiye’de İzmir’den daha uygar, daha modern, daha barışçıl diye nitelendirebileceğiniz başka bir şehir var mı?
Türkiye’de şehirler için bu tür iddialı genellemelerde bulunmamak lazım. Nasıl ben, “İzmir bu olayı sahiplenmiştir” diyerek yanlış genelleme yapıyorsam, bir şehir için de böyle iddialı, büyük laflar etmemek lazım.
İzmir’de yaşar mıydınız?
İstanbul dışında bir şehir tercih etmem gerekse mutlaka İzmir’i tercih ederdim.
Ertuğrul Özkök, söz konusu İzmir yazınızdan sonra ne dedi?
“Hapı yuttun” dedi.
Neden?
“Türkiye’nin en güzel kızları İzmir’dedir. İzmir’i karşına aldın, muhteşem bir potansiyeli kaçırdın” dedi. Ben de, “Merak etme, bu tür çıkışlar kaçmalarına değil, daha çok dikkatlerinin çekilmesine de yol açabilir” dedim. Espiri olsun diye.
İzmir’le uğraşıyorum, çünkü seviyorum..
Geçenlerde twittera, “Hoca efendi İzmir’de vaizdi. Muammer Bey, Karantinalı’yı İzmir’de metres tuttu. En gavur seda İzmir’den çıktı. Attila İlhan İzmir’de yazdı” diye yazdınız. Neydi bunun altındaki mesaj?
Bir şehir, tek bir boyuta indirgenemez. Katmaları vardır, çeşitliliği vardır, renkliliği vardır. İzmir dendiğinde tek bir sözcük, tek bir isim, tek bir kelime bunu karşılamaz, karşılamaya yetmez. Fethullah Gülen İzmir’de vaizlik yaptı. Kemeraltı Camii’nde vaizdi. Nurcuların en fazla dershanesi İzmir’dedir. Bir yandan böyle bir yüzü var İzmir’in. Atilla İlhan en güzel şiirlerini İzmir’de yazmıştır. Lisedeyken komünist diye okuldan kovulmuştur. İlhan, “Karantinalı Despina” (Kara Kız) kantosunu İzmir’de yazdı. Çıktı mı o ‘Kara Kız’ kantosuna yer yıkılırdı, Muammer Bey’in metresiydi Karantina’lı Despina... Kordelia’dan şöyle bir salındı mı, herkes ona bakardı. Böyle bir İzmir var. Sadece bayoz, gevrek yok yani burada...
Dikkat ediyorum da İzmir’le ilgili çok yazıyorsunuz. İnsan sevdiğiyle uğraşırmış...
Evet, uğraşıyorum İzmir’le... Sevdiğim için. Güzel değil mi yazdıklarım?
Köşe yazılarınızda yazdığınızdan farklı mı buldunuz şimdi İzmir’i?
Çok az gezme fırsatı buldum. Çok iyi tanımıyorum. O yüzden, çok iyi bildiğim söylenemez. Ama genel olarak herkesin ilk etapta yapabileceği türden gözlemler yaptım. Medeni bir ortam, medeni insanlar, sıcak yaklaşımlar... Bunları ben de gözlemledim. Ama bir şehri anlamak için, o şehirde mutlaka yaşamak lazım. O şehirde bir sürü dostlar edinmek, zaman geçirmek lazım. Onlar yok!
İzmir’i diğer şehirlerden farklı kılan nedir?
İzmir farklı... Türkiye’nin en köklü şehirlerinden biri. Tarihi bir geçmişi var. Bir liman kenti. Çeşitli dinlerin bir arada yaşadığı bir yer. Sonra kendine özgü bir medyası, edebiyatı vardır. İzmir taşra değil yani.
Gazetede yazan Ahmet Hakan’la, Twitter’da yazan Ahmet Hakan farklı. Ama yine de birbirine yakın. Fakat televizyondaki Ahmet Hakan bambaşka biri. Aman kimse kimseyle tartışmasın, huzur içinde geçsin tavrı hakim.
Çok doğru, kasten yaptığım bir şey. Televizyonda, sonuçta bir siyasi tartışma programı yapıyorum. Türkiye’nin gündemiyle ilgili. Siyasi tartışma programlarında konuşmacılar, konuklar vardır, sen de moderatörsündür. Moderatör idareci demektir. Benim için orada başarı, Ahmet Hakan’ın kendini göstermesi, zeka oyunları yapması, üç espiri patlatması değildir. Konukların dengeli şekilde, konu dışına çıkmadan, adam akıllı bir biçimde tartışmalarını sağlamaktır. Eğer bunu sağlayabiliyorsam başarılıyımdır. TV programı formatı gereği yapmam gereken şey, durmam gereken yer budur. Ben de bunu yapıyorum.
Köşe yazılarınıza gelince... Hangi konuda olursa olsun önce bir eleştiriyorsunuz. Sonra aynı yazıda, “En Beğendiklerim-Haftanın Enleri “ bölümlerinde ya da birkaç gün sonraki yazınızda o eleştirdiğiniz konuyla ilgili gönül alma yoluna gidiyorsunuz...
O şu demek.. Bizim ülkede başbakanın ya düşmanı ya da yardakçısı olacaksın. Ortası yok. Diyelim ki, başbakanın açılım politikalarına karşısın. Sert şekilde eleştiriyorsun. Ama hızlı tren projesini de beğeniyorsun. Ne yapacaksın? Açılım politikasına karşıyız diye hızlı trene de, üzerinde ittifak edilen başarılara da mı karşı olacaksın?
Hep eleştirip, bir gönül alma olayı var...
Hayır, eleştirip gönül alma değil. Ben bu tavrın öne çıkmasını önemsiyorum. Yoksa, gönül alsam ne olur, almasam ne olur? Bana ne yararı var? Başbakanın gönlünü alsam ne olur, almasam ne olur? Gönlünü alacaksam niye eleştiriyorum o zaman? Sürekli yalakalığını yapar, gönlünü daha çok alırım. Böyle beklentim yok.
Herkes tarafından beğenilmek gibi derdim yok
Eleştirip sonra gönül alma olayının altında yatan, herkes tarafından kabul görmek, sevilmek ve beğenilmek hissi mi? Sadece siyasi yazılarınızı kastetmiyorum, sanatçılar üzerine yazdığınız diğer pek çok yazıda var ...
Ben Mahsun Kırmızıgül’ün filmini yerden yere vururum. Fakat adının üstüne çizgi çekmem. Belki yeni filminde hoşlanabileceğim, sevebileceğim bir başarı elde edebilir. Ben o kapıyı açarım. Oradaki tavrımız da budur. Herkes tarafından beğenilmek gibi bir derdim yok. Böyle bir derdim olsa onu da biliyorum nasıl yapılacağını. O stilin de farkındayım ve gayet iyi icra edebilirim ama etmiyorum. Benden herkes nefret ediyor ayrıca, sevilmiyorum.
Nefret edip asla okumamak var, bir de aslında nefret edip takip etmek var...
Benim başarı kriterim şudur: Benden hoşlanmasınlar, nefret etsinler, sevsinler sevmesinler beni ilgilendirmiyor. Bana kayıtsız kalmasınlar..
Size haksızlık edildiğini düşünüyor musunuz? Bu noktaya gelmek için büyük bedeller ödediniz mi?
Bu edebiyatı sevmiyorum. Bedel de ödemedim.
Ahmet Hakan kıskanç biri mi?
Medya işi yapan herkes, istisnasız ilginin üzerinde olmasını seviyordur. Evet, ben de ilginin üzerimde olmasını seviyorum. Aslan burcu erkeğiyim. Kıskanç değilim ama ilgiyi severim.
Aslında hiç kimseye böyle bir soru sorulmaz ama... Umre’ye gidip, ibadet ederken çarşaf çarşaf fotoğraflar verdiğiniz için soruyorum. Namaz kılıyor musunuz?
Ben Umre’ye gidip fotoğraf falan vermedim. Neyse, orası ayrı bir konu. Birçok köşe yazarı Londra’ya, Paris’e gidip izlenimlerini yazıp deneyimlerini aktarıyor. İstedim ki, ben de Özkök’ü Umre’ye götürüp gezdireyim. Umre ziyaretini o da yaşasın, bilsin. Sorunuza gelince: Hayır namaz kılmıyorum.
Hayatınıza giren kadınlara baktığımızda iki farklı profil görüyoruz...
Özel hayatın mahrumiyetine inanıyorum. Bu konuda hiçbir açıklama yapmam. Ortaya atılan yalan yanlış haberlere cevap bile vermem. Dolayısıyla özel hayatımla ilgili bir kanaate varılabilmesi için doğru bilgilerle beslenmek lazım. Böyle bir imkan maalesef yok. Bizi yaptılar magazin figürü. İkide bir böyle haberler yapıyorlar, sağda solda gördükleri insanlarla ilgili. Böyle bir hayatım yok, ben mazbut bir hayat yaşıyorum.
İsimler üzerine konuşmak istemiyorum zaten. Sadece Ahmet Hakan’ın kadınlar, aşk, evlilik ve flörtle ilgili düşüncelerini merak ediyorum...
Konuşmam... Beni hiç kimse, herhangi bir kadının adını telaffuz ederken yakalayamaz. İsimler üzerine de konuşmam, o konular üzerine de konuşmam. Konuşanları küçümserim. Küçümsediğim bir şeyi kendimin yapması olmaz.
Ben sorularımı sorayım, siz istediklerinize cevap verin...
Evlenmek, evlenmemek bunlar benim özel hayatım. Kimseyi ilgilendirmez.
Ahmet Hakan Twitter’da sadece kızlara cevap yazıyor diye bir söylenti var...
Herkese cevap yazıyorum. “Haritaci70” var, “musaadeetmez, habercimurat, Tamer Şahin, Ozan Önen” var, onlara neredeyse her gün cevap yazıyorum. Dikkat ettiyseniz Twitter’da bir kadın egemenliği var. Ben takip ettiklerimi beni takip eden isimler arasından seçiyorum. Takip ettiklerimde diğer kriterlerim şunlar: Zeki olacak, laf geçirmeye, kompleks tatmin etmeye çalışmayacak, belli düzeyde eleştirecek. Yani zeka parıltısı gördüğüm insanları takip ediyorum. Erkek olsun, kadın olsun. Ama bu kriterlerime kadınlar daha çok uyuyor. Ayrıca kadınları takip etmekten memnunum. Kadın oldukları için de takip edebilirim. Ama sadece kadın olmak bir kriter değil. Eğer öyle olsaydı, kadınlarla ilgili bir iş yapardım.
Sanki Twitter’da çapkın yönünüzü cümle aleme duyurur gibisiniz?
Yooo, hiç öyle bir şey yok. Gayet normal davranıyorum.
“Casanovayım kardeşim” var mı?
Kadınlarla ilişkilerinizde çapkınlık söz konusu olduğunda, bir umursamazlık var aslında. “Ne olmuş yani çapkınsam” der gibisiniz? Arkanızdan “Casanova” diyorlar...
Bu soruya cevap vermem.
Tamam, “Casanova Ahmet” kısmını çıkaralım...
Şu konuma düşmek istemem. Beni insanlar birşeyler için suçluyorlarsa ve o suçlama benim takılmadığım, saçma bulduğum, aptalca bulduğum bir şeyse, “Evet abi ben böyleyim” derim. Verilebilecek en güzel cevap budur. Bu siyasette de olabilir, yaşam tarzınızda da olabilir. Böyle aptal, saçma, abes bir şey söyleniyorsa...
“Dönek misin?” Evet döneğim abi.
“Nişantaşı’nı çok mu seviyorsun?”
Evet abi, sonradan görmeyim, çok seviyorum, der üstüne giderim.
“Flört ediyor kadınlarla..”
Evet ediyorum be! Ama bunların hiçbiri gerçekliği anlatmaz.
Sorunun cevabına gelince: Evet umursamazlık var, ben öyle dedikten sonra karşındaki insana söyleyecek bir şey kalmıyor çünkü. “Casanova Ahmet” mi diyorlar, evet “Casanovayım kardeşim” var mı?..
Benim gözlemlerim
Her zamanki olduğu gibi Trend yerine bu hafta az yorumlu, daha çok gözleme dayanan bir şeyler yazmak istedim.
Ahmet Hakan İzmir’deyken neler oldu? Onları aktarmak istiyorum.
-Sokakta yürürken ya da karşıdan karşıya geçmek için beklerken trafik durdu ve bize yol verdiler. İnanılmaz şaşırdı.
-Özkök’e söylediği gibi İzmirli kadınların dikkatini çekmeyi başardı, kadınların göz hapsine maruz kaldı.
-Esnafından işçisine, doktoruna kendisini seven sevmeyen pek çok insan yanımıza gelip yazılarıyla ilgili düşüncelerini paylaştı. İzmir insanı ne kadar uygar ve modern tepkiler veriyor onu gördü.
-Yazılarının çok sıkı takip edildiğini fark edince şaşırdı, bilinçli bir kent olduğunu itiraf etti. Sıkı takip edilmesi ve beğenilmesi karşısında gözlerinin içi gülüyordu.
-Alsancak’ ta bulunan bir kafede oturup birşeyler yerken, bir yandan da röportaj yaparken; kendini Avrupa şehirlerinden birinde, Paris’deymiş gibi hissettiğini söyledi.
-Bütün sorularımı kah gülerek, kah hafiften bozularak dinledi. Her ne kadar konuşmam dediyse de bazı sorularım karşısında verdiği şaşkınlık, kızgınlık ifadeleri bana çok şey anlattı. Ahmet Hakan sustu ama, o fark etmese de gözleri konuştu!
- İzmir’in sosyal hayatı, mekanları ve yaşayışıyla ilgili önyargılarından kurtuldu. Gittiğimiz yerlere hayran kaldı.
-Artık İzmir ikinci şehrimdir dedi ve gitti. İşte böyle bir Ahmet Hakan geldi geçti İzmir’den.