Küçük bir itiraf ile başlayayım: aslında bu seferki köşe yazımı, geçmişin yüklerine veda edebileyim diye kendim için yazıyorum. Birazdan okuyacağınız anekdottan da anlayacağınız üzere ‘bardağı elimden yere bıraktığım gün’ olsun istiyorum. Sizinle de paylaşıyorum ki kendime verdiğim sözü tutabileyim, olur da o bardağı yeniden elime alacak olursam, yazdıklarım bana engel olsun.
Kim bilir belki yazım size de ilham olur, siz de geçmişinizden gelen, sıkı sıkı tuttuğunuz ve gereğinden fazla taşıdığınız yüklerinizden kurtulursunuz...
Anekdota gelecek olursam...
Profesör, elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başlar.
“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” diye sorar...
Öğrenciler, ’50gr, 100gr, 125gr’ cevabını verir.
“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” der profesör ve devam eder:
Ama, benim sorum şu:
“Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
- Hiçbir şey...
“Tamam, peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?”
- Kolunuz ağrımaya başlardı.
“Haklısın; peki ya 1 gün boyunca tutsam ne olur?”
- Kolunuz iyice ağrır, adaleniz spazm yapar, belki de çözüm bulmak için hastaneye gitmek zorunda kalırsınız.
Sorularına cevap alan profesör, can alıcı noktaya temas eder:
“Peki, tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme ortaya çıktı mı?”
Öğrenciler bir ağızdan “hayır” diyerek cevaplar.
“Peki, o takdirde, zaman içinde kolun ağrımasına ve kas spazmına yol açan olay neydi?”
Profesör ikinci bir soru daha sorar:
“Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?”
- Bardağı bırakırsanız, rahatlarsınız.
Profesör beklediği cevabı almıştır.
Öğrencilerini kutlar ve bütün bu soruları sormasına sebep olan açıklamayı yapar:
“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsan, bir sorun yaratmaz. Uzun bir süre düşünürsen, başın ağrımaya başlar. Ama hiç aklından çıkarmazsan, artık başka bir şey düşünemez hale gelirsin; bu seni bitirir.
Elbette hayatınızdaki sorunları düşüneceksiniz; halletmeye çalışacaksınız. Ama en önemlisi, onları, her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır. Bu şekilde strese girmez ve sabah taze bir beyinle uyanırsınız. Taze bir güne, yeni sorunlarla mücadele azmini kazanarak başlamış olursunuz. Bu yüzden arkadaşlarınıza vereceğiniz en önemli tavsiye, ‘Bardağı yere bırak’ olmalıdır.”
Fark et ve bırak
Profesörün çağrısını dinleyin, mümkünse siz de deneyin lütfen. Öncelikle o elinizde sıkı sıkı tutup bırakmadığınız bardağı fark edin. Sonra bardağı yavaşça yere bırakın.
Hayatı biraz da senaryosuna göre oynamak gerek. İnsan ‘umut’ sözcüğü ile ‘beklenti’ sözcüğünün anlamlarını birbirine karıştırır hep. Beklenti, belirli şekilde davranarak, belirli sonuçları elde edeceğimize dair inancımızı ve bazen de inadımızı tanımlayan bir sözcüktür. Umut ise, yaşanan her ne olursa olsun ışığımızın karardığını düşünmemek, yolun bittiği sonucuna varmamaktır. Umutlu olmak iyidir de beklentiler, vazgeçememişlikler, yarım kalmışlıklar, veda edememeler yorar insanı...
“Aslında hayatın senaryosu öyle keyifli labirentlerle örülüdür ki, insan kaçarken yakalanır, yitirirken bulur, kazanırken kaybeder... Yüreğimizde var olanlar, bizi varılması gereken kapıya bir şekilde çıkarır...”
İnsanoğlunun en büyük zaafı, baktığı yerde kendisinden olmayan hiçbir şeyi görmeyişidir. Doğal zihinsel eğilimlerimiz gereği, mevcut düşüncelerimizin mutlak doğrular olduğunu sanırız. Farkında olmadan yaşarız. Hayatı otomatik pilota bağlar, alışkanlıklarımızla hareket ederiz. Düşünmeden, duygusal tepkiler veririz. Aklımız genellikle başka yerdedir, geçmişe veya geleceğe takılıp kalırız. Eskiden sözcüğünün geçtiği, yazılan her şeyde bir geçmişe dönüş arzusu vardır.
Oysa insan zihniyle aldanır, yüreğiyle anlar, seyyah olup sırata düşer ve başladığı ya da bıraktığı yere döner.