Son zamanlarda ara ara clubhouse’a takılıyorum. Yarı dönem tatilinin son bulması ve okulların açılması ile eğitim sistemi üzerine konuşmalar dönüyor. Öte yandan hiç bitmeyen kişisel gelişim başlıklarını içeren ve kariyer seçimine, yolculuğuna odaklanmış sohbet odaları var. Konuşmalar daha çok gerçek hayat hikayeleri üzerinde dönüyor. Gerçek hayat demişken bireyler, ebeveynler, eğitimciler ve akıl verenler olarak yeni eğitim dönemi başlangıcında şöyle bir kendinize bakmanızı istiyorum…
Kendi hayatımdan başlayayım. Ben bir eğitimzedeyim! Berbat bir ilkokul öğretmenim vardı, derslerde açık öğretim sınavlarına çalışırdı. Kendimi anaokulunda değil de okulda hissetmem yıllarımı aldı. Disleksi olduğumu ise 27 yaşındayken öğrendim. O zamana kadar hiçbir eğitimci bunu fark etmemişti. Sayısal derslerde başarılı iken sözel derslerde zorlanıyordum. Hani şu Einstein’dan Mozart’a, Beethoven’dan Leonardo da Vinci’ye kadar birçok dâhide de olan ‘disleksi’im varmış da kimsenin haberi yokmuş. Bu nedenle okumayı sevmem ancak üniversite sonrası dönemime denk geldi.
Bunların yanı sıra bir de anne, baba faktörüm var tabi. Üstüne eşim ve benim iyiliği düşünen kendi çaplarında başarılar elde etmiş dostlarım, akıl hocalarım da eklenince tam oldular. Ben hepsine birden kısaca bizimkiler diyorum. Bizimkiler benim için daima “en iyisini” istediler ve şanslıyım ki hep çok sevildim. Yemediler yedirdiler, giymediler giydiler, benim neye ihtiyacım olduğuna bakmadan anlattılar da anlattılar ama işte o ‘ama’dan sonrası mühim mesele…
O zamanlar kendilerince benim için en iyi bildikleri şeyleri yaptılar. Fakat onların en iyi bildikleri şeyler benim için doğru şeyler miydi ya da kendim olmama ne kadar olanak verdiler işte burası tartışılır.
Ne kadar acıdır ki hayat bana en büyük pişmanlıklarımı (sonuçları ne olursa olsun) deneyip de yapamadıklarım için değil bizimkileri üzmemek adına veya söylediklerinde vardır bir keramet diyerek yapmadıklarım için yaşatıyor.
Yazımı bizimkileri incitme pahasına neden bu itiraflarla yazdığıma gelince… Biliyorum gerçek hayatlardan öyküler, uzmanın kaleminden bilmiş bilmiş yazılanlara oranla daha etkili oluyor.
Şunu da söyleyeyim bizimkiler yine de o kadar hata yapmadılar üzerimde, yeri geldiğinde kendim olmama izin verdiler. Anarşist tarafım sağ olsun bende hiç pes etmedim de ancak bu sonuçları elde edebildim. Ya onlar biraz esnemeseydi ve bende başkaldıracak güç ve dayanıklılık olmasaydı? Kim bilir ne halde olurdum hayal dahi etmek istemiyorum.
Lafın kısası efendim çocuklarınıza, hatta kimseye aşağıda uzun uzun anlatacağım şekilde davranmayın. Ve yaşınız kaç olursa olsun kendinize kendiniz olma, hayallerinizi gerçekleştirme hakkını tanıyın.
Böyle gelmiş olabilir, böyle gitmesin. Ne yaptığınızı fark etmiyorsunuz biliyorum, lütfen şu faşizan tavırlardan vazgeçin.
İnsanoğlu ilk savaşını ailede verir. Aile, toplumun bireye biçmiş olduğu modeli, çocuğa dayatır. Çocuk doğar doğmaz toplumun kadın ve erkek için ‘uygun gördüğü’ renklerle tanışır. Çocuktan toplumun beklentisi olan kadın veya erkek cinsel kimliğine sahip olması beklenir. Diğer bir savaşını ise aile içindeki otorite karşısında verir. Çocuğa her alanda kısıtlamalar getirilir ve çocuğun kendi hayatını kendisinin inşa etmesine katiyen izin verilmez.
Zaman ilerledikçe aile içi baskılar da biçim değiştirmeye başlar. Küçük yaşlardan itibaren toplum normlarını takip etme, ailenin itibarını taşıma ve zedelememe, başarılı bir eğitim hayatı, ev işleri ve/veya aileye maddi destek gibi sorumluluklar altına alınan çocuğun bu sayede kendi başına bir birey olması değil de ailenin bir parçası, bir uzantısı olması sağlanır. Hatta kendi başına bir birey olmak aile ve toplum adına tehlikeli görülür.
Akabinde bireyler ancak bu şartlara ve yaşam biçimine uygun davrandığı sürece saygı ve sevgi göreceğine ve yine ancak bu şekilde hayatı öğrenebileceğine inanır. Bu tutumla birlikte çocuğun üniversitede okuyacağı bölüme, yer yer kiminle evleneceği olmasa da kiminle evlenemeyeceğine bile aile karar verir. Ataerkil toplumda ‘kadın olmak’ ayrı ‘erkek olmak’ ayrı bir zordur.
Otorite, yani aile büyükleri, kendi istekleri (ki çoğu zaman bu istekler toplumun istekleri olarak karşımıza çıkar) doğrultusunda bir birey yerine kendileriyle aynı düşüncelere, aynı yaşam tarzlarına ve aynı değerlere sahip bir ‘köle! yetiştirir.
İşte bu nedenlerden ötürü faşizm ailede doğar, okulda ve sosyal hayatta büyür.