Enerji denince aklınıza ilk ne geliyor? Güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi, jeotermal enerji gibi enerji kaynakları mı, yoksa Albert Einstein’ın E (Enerji )=mc2 formülü gibi bilimsel kıvamda bir şeyler mi, yoksa reiki gibi ezoterik enerji şifa metotları mı, yoksa iki insanın birbirinden olumlu, uyumlu frekanslar yani elektrik alması durumu mu geliyor? Benim aklıma duruma göre hepsi birden geliyor. Ama şu ara en çok Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve doğalgazda uygulanan kısıtlamalar nedeniyle sanayide yaşanan elektrik kesintisi geliyor.
Malumunuz, zaten ekonomide yaşanmakta olan yoğun belirsizlik ortamının bir de üstüne elektrik kesintisi gelince insanın içinden (ya da iş insanları olarak hep bir ağızdan) ver gazı diye bağırmak geliyor. Bağırmadık tabii ve anlayışla karşılayıp adaptasyon gücümüzü tavana çıkardık ama şahsen ben içimdeki dalgalanmayı hafifletmek için Netflix’teki “Don’t look up! Yukarı Bakma!” filmini ve bu kategorideki en büyük favorilerimden ‘They Live’, ‘Dr. Strangelove’, ‘Network’ ve ‘Idiocracy’ filmlerini izledim.
Sezen Aksu ve kesinti
Enerji demişken Sezen Aksu meselesine de değinmek, bir zamanlar aralarındaki enerji akışının arttığı, ver gazı durumlarının yaşandığı, şimdilerde ise “Dillerini koparırız” sözleriyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Sezen Aksu arasında yaşanan enerji kesintisi konusuna geçmek istiyorum.
Sezen Aksu, özellikle 12 Eylül 2010’daki Anayasa referandumu sırasında çok eleştirilen ve şarkılarındaki mesajlar ve duruşuyla bağdaştırılamayan “Yetmez ama evet” tutumunu sergilemişti. AK Parti’ye verdiği destek nedeniyle kendisine küskün olan, tepki veren dinleyicileri için de “Fikrimden dolayı onlar bana küs olabilirler, ben onlara küs değilim. Birileri evrensel hukuk kuralları içinde Türkiye’yi demokratikleştireceğine dair bir söz verdi. Ben de bu vaatlere şans tanıdım” diyerek kendini ifade etmişti. Bu dönem aralarındaki enerji akışının bol olduğu, ver gazı dönemleri idi!
Aradan yıllar geçti ve yine aynı Sezen “Şahane Bir Şey Yaşamak” isimli bir şarkı yaptı. Cumhurbaşkanımız da kalplerimize taht kurmuş usta sanatçının yeni şarkısında geçen sözlere bir tepki olarak sevgi, barış ve hoşgörü dini olan İslam dininin ibadet mekânı camide yaptığı konuşmasında “Dillerini koparırız” ifadesini kullandı. Değil Sezen Aksu, herhangi bir sanatçı için böyle bir ifadenin sarf edilmesi elbette kabul edilir değildi.
Her ne kadar Erdoğan, “Benim oradaki hitabımın muhatabı Sezen Aksu değildir. Ben ülkenin cumhurbaşkanı olarak insanımızın hangi inançtan olursa olsun hakaret edilmesine müsaade etmem. Sadece Havva ve Adem değil, Meryem annemize de hakaret var. Dilini koparma ifadesini bir kişiye değil, kutsallarımızı korumak için dedim. Bir millet olarak kardeşçe yaşamamızın teminatı birbirimize saygılı olmalıyız” açıklamasını yaparak bir nevi geri adım attı. Ama ben yine de bu yaklaşımı düşündürücü ve riskli buluyor, ayrıca aralarındaki enerji akışının ve gazın kesildiği bir dönem olarak nitelendiriyorum.
Özel zafer niye önce gelir?
Bir Gandi öyküsüyle devam etmek istiyorum.
Mahatma Gandi ile aynı Hint kasabasında yaşayan altı yaşında bir çocuk vardı. Bu çocuk, tatlıyı çok severdi. Şekere karşı koyamazdı. Ancak şeker hastası olduğu için, yediği şekerler tüm vücudunda acı verici çıbanlara neden olurdu.
Çocuğun anne ve babası onu bir doktora götürdü ve doktor ona şeker yememesi gerektiğini yoksa hastalığının hiçbir zaman geçmeyeceğini söyledi. Anne ve baba, her gün çocuklarını şeker yemesin diye uyarıyorlardı, ama çocuk bu alışkanlığını yenmek konusunda pek istekli değildi.
Çaresizlik içinde çocuğun annesi, Gandi’ye geldi ve oğlunu şeker yememe konusunda ikna etmesini istedi. Gandi, “15 gün sonra gel, onunla o zaman konuşurum” dedi. 15 gün sonra anne geri geldi. Gandi, çocuğu bir kenara çekti ve birkaç dakika onunla konuştu. Çocuk eve gitti ve anında şeker yemeyi bıraktı.
Anne çok şaşırmıştı. Daha sonra Gandi’ye sordu, “Niye 15 gün sonra gelmemizi istedin? Çocuğumun şeker yemeyi kesmesi için nasıl bir mucize gerçekleştirdin?”
Gandi, bunun bir mucize olmadığını söyledi ve şöyle devam etti: “Oğlunuzla bana ilk geldiğinizde ben de şeker yiyordum. Ondan kendimin yapmaya razı olamadığım bir şeyi yapmasını isteyemezdim.”
Bu öykü, bize özel zaferlerin niye genel zaferden önce gelmesi gerektiğini ve şarkıyla siyasetle, şiirle ya da dinle bir mesaj verilmek ya da bir konuya liderlik edilmek isteniyorsa, öncelikle kendi içinde bu durumun aşılması gerektiğini çok güzel anlatmıyor mu?