İçinde deve ve diken geçen ata sözümüzü duymuşsunuzdur. Ben tam olarak yazmak istemedim. Bazı insanların kendilerini zarara uğratanları her şartta savunmaya ve desteklemeye devam ettiklerini ve o insanlar tarafından desteklenmek için, kendilerine zarar vermekten, mağdur etmekten vazgeçmediklerini anlatan bir atasözümüzdür.
İnsanın en büyük zararı kendisinedir her zaman, bunu da genelde seçimleri ile yapar. Ya uğruna peşinden koştukları için ya da küçük kara balık kadar cesur olamayıp kendine dair cesur seçimler yapamadığı içindir zaten. Ayrıca seçim yapmamak da bir seçimdir.
Gelelim atasözümüze ilham olan hikayemize. Hikayeyi kendi kalemimden anlatmaktansa Zülfü Livaneli’den aktarayım istiyorum. Livaneli’nin ‘Huzursuzluk’ romanında bir bilge sorar:
“Harese nedir bilir misin oğlum?
Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir.
Harese şudur evladım.
Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani.
Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar.
Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir.
Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir.
Bütün Ortadoğu’nun adeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında ‘kendini öldürdüğünü’ anlamaz.
Kendi kanının tadından sarhoş olur...”
Hikaye hırsından, ihtirasından boğulan insanları ne kadar da güzel anlatıyor değil mi?
Çoğu zaman ortada kan yoktur bile ama sızısı çok yamandır, irin akar usul usul…
Kirli ve zor gündemlerin tam içindeyiz. Hangi birinden tek tek örnek vereyim bilemedim. Makama, mevkiye, yetkiye, paraya, ranta, altına-dolara doymayanlar, şiddetle iktidar kuranlar, kendi kanından sarhoş olanlar geçiyor gözümün önünden. “Ne olacak bu insanlığın hali?”, “Ne olacak bu memleketin hali?”, “Nereye gidiyoruz, dönüşü olmayan bu yolda insanlıkta develer gibi ölmekte mi?” gibi ağır sorular tokat gibi çarpıyor yüzüme.
Ağır tokat gibi gündemlerden ve kendi gerçeğinden kaçmak nereye kadar götürebilir ki insanı? Bu kaçış ve görmezden gelme de develerin hikayesinde olduğu gibi kendi kanının tadı ile kan kaybından ölüme yol açmaz mı zaten? Bu şekilde anlamlı bir hayat yaşamak nasıl mümkün olabilir ki? Ne kadar durabilirsin/oturabilirsin bekleme odasında? Yaşamın kıyısında?
Hep başka dünyaları hayal eden, başka bir yaşamın mutlaka olması gerektiğini düşünen, kuytu sularda kuyruğunun çevresinde dönüp duran, sormayan/sorgulamayan/merak etmeyen/ hayal kurmayan balıklardan biri olmamak için kendini cesaretle nehrin akışına, tehlikelere bırakan ve sonu, sonunu getirdiği bir balıkçılın midesinde sona eren Küçük Kara Balık mı olmak istersiniz yoksa..? Adını siz koyun artık; Aziz Nesin’in koyunu da diyebilirsiniz kendinize, deve de!
Sözünü ettiğim Küçük Kara Balık’a gelecek olursam. Doğduğu, büyüdüğü ve yaşamını yitirdiği ülkesi İran’da kitapları hala yasak olan ve 12 Eylül darbesi sürecinde ülkemizde de yasaklanmış olan, şahlık rejiminin muhalif yazarı Samed Behrengi’nin bugüne kadar birçok dile çevrilen, bir masal kitabı olmanın ötesinde iletiler içeren; adaletten, eşitlikten, inanılan gerçekler peşinde koşmaktan bahseden Küçük Kara Balık’ı kastediyorum.
Bazı kitaplar vardır; özgürlüğü, nefes alabilmeyi, hiç kimsenin etkisi altında kalmadan hareket edebilmeyi anlatır. Bazı kitaplar vardır; adaleti, eşitliği, hep birlikte bir olmayı, bin bir farklı rengi bin bir farklı biçimde yaşayabilmeyi anlatır. Bazı kitaplar vardır; dil, din, ırk, cinsiyet farkı gözetmeksizin adaletin uygulanışını anlatır. Bazı kitaplar vardır; kalıplaşmış düşünceleri, dogmaları sorgulamayı ve tek gerçekliğin insanın anlamlı yaşaması olduğunu anlatır. Hepsini birden bulabileceğiniz Küçük Kara Balık’ı hikayesini okumanızı öneririm. İnsan çevresindeki baskılara, önyargılara, boyun eğer çoğunlukla. Hür olmak, özgür olmak için elinden geleni yapmak istese de bazen yapamaz/yaptırılmaz. Bazen de Küçük Bir Kara Balık çıkıverir, düşlerini gerçekleştirmek, yaşamını daha anlamlı kılmak/kılabilmek isteğiyle. Hepimizin içinde düşlerini gerçekleştirmek isteyen Cesur Bir Balık yaşamakta, önemli olan bu balığın düşlerini gerçekleştirmesine olanak sağlamak.
Kim bilir belki bizler de bir gün küçük kara balık kadar olabiliriz. Hem de hayatın her alanında.