Demokrasiye neler oldu? Kötülük neden bu kadar arttı? Niye tarikatlardan uzak durmalıyız? Neden bir hocaya, üstada, öğretmene teslim olmamızı istiyorlar? Neden sadece bir öğretinin, bir ekolün peşinden gitmemeliyiz? Niye bilim ile mistizmi birleştirmemiz gerekiyor? İç sesimizi dinlememiz ve kendi bilgeliğimize ulaşmamız kadar, bilimden, bilgiden, başka öğretilerden ve deneyimlerden yararlanmamız neden gerekiyor? Neden bazen bir bilene sormalı, ama bilenin dediğine koşulsuz teslim olmamalıyız?
Sevebilirsiniz, ilgi duyabilirsiniz, öğrenmek, keşfetmek isteyebilir, anlamlandırabilirsiniz, hatta kendinizi yakın/bir hissedebilirsiniz, ama teslimiyet dediniz mi işte orda tarih gösteriyor ki insanoğlunun başına ne geldiyse başka bir ruha, insana, dine, tarikata, öğretiye vs. körü körüne teslim olmaktan geliyor. Ne zaman bu saydıklarım yapılsa, dünyanın her yerinde ve her konuda bir salaklık, vicdansızlık, bağnazlık, ego patlamaları, insanlığa, bütüne zarar vermeler ortaya çıkıyor. Bu siyasette de böyle, şirket yönetiminde de, aile meselelerinde de, eşler arasında birinin diğerine teslim olma durumunda da, bir ekole, bir dine, bir yol gösterici ya da öğreticiye teslim olma konularında da...
Şimdi gelelim hikâyemize...
“Köyün birine eski zamanda bir çakmak getirmişler. Çakmak o kadar kıymetli ki, sağı-solu yakmaması, yanlış işlerde kullanılmaması için güvenilir birine teslim etmek gerekiyormuş. Köylüleri toplayıp bu ateş aletini kime verelim diye sormuşlar, köylüler de muhtarı salık vermiş, ihtiyaç duydukça alır, ateşimizi yakarız, demişler.
Muhtar çakmağı aldıktan sonra -ateşin sahibi olarak- giderek saygınlığı artmış, etrafında dalkavuklar, yağcılar toplanmaya başlamış. Saygı arttıkça muhtarın kibri de büyümüş.
Etrafından daha çok saygı, daha çok korku beklemeye başlamış. Ateşi kendine verenin köylüler olduğunu unutmuş. Dalkavukların da tahrikiyle ateşi baskı ve korkutmak için kullanmaya başlamış; kiminin evini, kiminin tarlasını yakmış.
Tarlalar sürülemez, evler yaşanamaz hale gelmiş. Muhtarın baskısından köylüler yavaş yavaş köyden ayrılmaya başlamış. Ticaret durmuş, köye gelen çerçilerin ayağı kesilmiş, çevre köyler gelişirken muhtarın köyü giderek gerilemiş.
Muhtarın köylülerinden biri, kendileri gerilerken çevre köylerin niçin geliştiğini merak edip bu köylerden birine gitmiş.
Oradaki zenginliği, bağı bahçeyi görünce sormuş: “Sizde çakmak yok mu?”
Köylüler, “var” demiş.
“Peki, sizin köy böyle nasıl gelişti, bağınız, bahçeniz yanmadan nasıl böyle kaldı, bizim köyde her şey tarumar oldu?”
Köylüler: “Yoksa siz çakmağı bir kişiye mi verdiniz?”
“Evet, muhtara verdik.”
“Eyvah! büyük yanlış yapmışsınız, hiç çakmak bir kişiye verilir mi?”
“Siz öyle yapmadınız mı?”
“Hayır, biz öyle yapmadık, biz çakmağı bir kişiye verdik, çakmak taşını başka bir kişiye, benzinini başkasına verdik.
Ateş yakmak için üçünün bir araya gelmesi gerekiyor. Biri yanlış bir şey yapmaya kalksa, ötekiler izin vermiyor.”
“Desenize, biz hepsini bir kişiye vermekle kendi kendimizi yakmışız!”
Siz bu hikâyedeki gibi, elinizdeki çakmağı bilinçsizce kullanmaya kalkarsanız da, bir zırcahil politikacıya teslim ederseniz de, kendinizi sadece bir öğretmene ya da öğretiye teslim ederseniz de ya da ruhunuzu, hayatınızı bir başka birine teslim ederseniz de olacağı budur. Kendi kendinizi yakarsınız. O teslimiyetle kendinizi yakmanıza sebep olan şey ya da kimse de asla sizi kurtarmaz, kurtaramaz.
Kendi zekânızı, aklınızı iyi kullanın; bir yanınızı öğrenmeye, bilime ve bunları sorgulamaya adayın. Üstelik bir ekolden/öğretiden değil, farklı hatta birbirine zıt/karşıt ekollerden bilgi edinin. Multidisipliner bir yaklaşım sergilemelisiniz. Bilim ile mistisizmi birleştirmek gibi de düşünebilirsiniz, felsefe ile nörobilimi birleştirmek gibi de olabilir. Diğer yapmanız gereken, kendi merkezinizde olmalısınız ve iç sesinizi yani kendi bilgeliğinizi kullanmalısınız. Kendi merkezinizden olmaktan kastım; kendinizi keşfetmiş, korku, kaygı, komplekslerinizle, aşamasınız bile yüzleşmiş olmanız ve bu saydıklarım ya da dışarıdaki faktörler tarafından değil, kendi kendinizi yönetiyor olmanız. Bildiklerinizin üstüne içinizdeki Tanrı parçacığıyla buluşmalı, kendi bilgeliğinizi konuşturmalısınız. Yok öyle çakmağı başka birine teslim etmek...