Sezin Sivri

Sezin Sivri

Tüm Yazıları

Burada bir dram var. Yine bir kadın cinayeti.
Eski eşi tarafından kızının gözleri önünde boğazından bıçaklanan Emine Bulut.
Bu sırada cinayete şahit olanların müdahale etmek yerine olan biteni videoya çekişi.
Bıçaklanan annenin “Ben ölmek istemiyorum” demesi ve yanında bulunan 10 yaşındaki kızının “Anne lütfen ölme” diyerek ağladığı anların ortaya çıkışı.
Sonrasında sosyal medyadan yükselen sesler.
Gerçekten bu konuda bir farkındalık oluşturmaya çalışanlar.
Öte tarafta bunu konuyu malzeme yapan, şov yapma aracı olarak kullanan, muhtemelen kendi hayatında da şiddettin farklı türlerini (psikolojik şiddet, dedikodu, etiketleme gibi) uygulayan bir grup.
Daha kötüsü, kadın cinayetlerinin insanlık dışı bir biçimde cezalandırılmasını isteyen, şiddete şiddetle cevap vermek için yanıp tutuşanlar.
Televizyonlarda kadına dair sorunları konuşulurken sadece erkelerden oluşan uzmanların oluşu, bir tek kadının dahi yer almadığı oturumlar.

Haberin Devamı

Kontrol ve ceza!

Neresinden bakarsan bak, koca bir dramın içindeyiz. Herkes elinden geldiğince bir tepki gösteriyor, fakat bu dramın sadece böylesi isyanlarla ya da yasalarla çözülmesi de imkânsız. Dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir suçun işlenmemesi, ahlak kurallarına uyulması ya da herhangi bir kurala uyulması, o kurala bir yaptırım uygulanabilmesi ile bu yaptırımın sürekli kalacak şekilde, hiçbir istisna teşkil etmeyecek bir şekilde uygulanabilmesi ile mümkün olmuyor. Suç işlenmiyorsa, yasaklara uyuluyorsa bu ancak insanların bilinçlenmesi ve gerçekten içlerinden iyilik gelmesi ile aynı zamansa, eğer bunu yapmazlarsa ceza alacakları, bedel ödeyeceklerini bildikleri için oluyor. İnsan, doğası gereği kontrol edilmesi ve gerektiği yerde cezalandırılması gereken bir canlı maalesef. Ve bu Türkiye’de yapılmıyor. Başka türlüsü mümkün değil maalesef! Bir kadın olarak, bu cinayetin bu gidişatın ne kadar canımı yaktığını bilmenizi istiyorum. Kalbim acıyor. Çok yazılıp çiziliyor bu konu ve benden çok daha iyi anlatanlar var. Çok da iyi yapıyorlar. Ama ben şimdi tüm olan bitene başka bir boyuttan bakmanız için farklı bir şeyler kaleme alacağım. Dramdan geçilmeyen ülkemizde dramdan beslenen biz insanların oluşu gerçeği ile yüzleştirmek istiyorum sizi.
Asıl anlatacaklarıma geçmeden de bir aşk kadını alarak kısa bir sitem etmek istiyorum. “Biz kimsenin ‘Vera’sı, Milena’sı, Tomris’i yada Lavinia’sı” olamadık ve umutsuzum olamayacağız... Biz bu çağın hiç sevilmeyen kadınlarıyız” maalesef. Ama olsun, yakın gelecek için olmasa da bu konuda benim hâlâ umudum var... Erkek annelerine sesleniyorum; sevebilen adamlar, güzel seven adamlar yetiştirin lütfen. Bırakın erkek çocuklarını kendinize duygusal koca yapmayı.
Bir şeyi yaratmanın binlerce yolu varken,
Bir şeyi farkındalığın binlerce yolu varken...

Haberin Devamı

Kendimizden başlayalım

Neden acıyı referans alınarak farkındalık yaratıyoruz.
Mutlu bir aile tablosu referans olarak alınarak da yaratılamaz mı bunlar?
Neden algılarımız sadece bu yönde çalışıyor?
Merak ediyorum, hayatta başarılı olmuş, hem de mutlu olmuş, ailesi ile harika huzurlu bir hayat geçirmiş insan hikâyeleri neden paylaşmıyoruz? Böyle insan olmadığı için mi?
Gerçek yaşamımızda elde edemediğimiz şeyler için kendimizi kötü hissetmemek adına neleri referans gösteriyoruz?
Melankolide kalmanın nesini seviyoruz? Ben de mesela, kendi adıma yıllarca bu acının içinden geçerek küllerinden doğan insanların hikâyelerinin peşinden koştum. Bu algı odağımın 2 sebebi varmış, şimdi geriye dönüp bakınca anlıyorum. Tabii ki hemen aklınıza ilk geleceği gibi, bu hikâyeler bana sende (başına ne gelirse gelsin her şeye rağmen) başarabilirsin diyordu. Asıl önemli olan ise, ikinci sebep bence; içimdeki karanlık tarafı bana ayna tutukları için bir şeyi yaratmanın, fark etmenin, fark ettirmenin yolunu acı referans alarak yapıyordum. Değişimin bir parçası olmak ve farkındalık yaratmak istiyorsak önce kendimizden başlamalıyız.
Bir şeyi yaratmanın binlerce yolu varken,
Bir şeyi farkındalığın binlerce yolu varken... Dramdan beslenen biz insanlar, acıdan referans almaya son vermezsek sonu da gelmeyecek bu şiddetin. Bu ülkenin, bırakın yüreğini, beyninden ne geçtiğinin bile farkında olan, onu kontrol edebilen, o nefis terbiyesini geliştirmiş bireylere ihtiyacı var. Pir Sultan Abdal boşuna dememiş, “Ne mutlu eğri zamanda doğru yerde durabilene...”