Sezin Sivri

Sezin Sivri

Tüm Yazıları

Geçen hafta arkadaşlarım arasında küçük bir anket yaptım ya affetmek üzerine yazacaktım ya negatif insanların üzerimizdeki yıkıcı etkisi ya da neden her zorluğa rağmen umudumuzu kaybetmemiz gerektiği üzerine. Aslında hepsi bakış açısına çıkıyordu. Sonunda affetmek üzerine yazmaya karar verdim. Daha önce affetmenin ne demek olduğu ile ilgili bir dizi köşe yazısı yazmıştım zaten. Kurumsal hayata yönelik ‘affetmek’ başlıklı eğitimler de vermeye başladığım için yeniden bu konuda yazmam konusunda ısrarcı oldular. Sanırım anlattığım hikayeler ilgilerini çekiyor.
Sabah uyandım, köşe yazımı yazmaya koyulacağım karşıma Ajda Pekkan’ın “Bi’ Tık” isimli yeni yeni şarkısı çıktı. Sözleri kısaca şöyle;

Haberin Devamı

“Ne kaçırdığını bilsen ölürdün
Ateşe yalın ayak yürürdün
Gözün hiçbir şeyi görmezdi
Rengime bürünürdün
Ah bi’ bilsen ölürdün.
Gerisini sormican, yaşamaksa yaşican
İlla ki bitecek
E alışacan
Ölene dek unutmican ama ölene dek unutmican...”

“Bi’Tık”ın bestesi ve sözleri Şehrazat’a aitmiş, üzerine fazla düşünmeye gerek yoktu. Evren bana hangi konuyu yazmam gerektiğine dair Ajda ile mesaj göndermişti. Yine bir ‘serendipity’ vakası; yani değerli ve hoş şeyleri hatta cevapları tesadüfen bulma yeteneği devreye girmişti. Affetmenin gücü üzerine yazmaya ve bunu gerçek bir hikâye ile anlatmaya karar verdim.

Kim Phuc 1963 yılında, Saygon’un kuzeyinde bir köyde doğan ve 1972’de dünyanın gözünü Vietnam Savaşı’na çeviren şu ünlü Pulitzer ödüllü fotoğraftaki kızdır. Adı Vietnamca ‘Altın mutluluk’ anlamına gelir. Yüzündeki dehşet dolu ifade ile çırılçıplak koşan Vietnamlı kızın ismini bilmeseniz bile fotoğrafın dünya çapında kazandığı ün sayesinde öyküsünü bilenleriniz vardır.

Bi’ Tık
Şimdi gelelim, ABD’nin Vietnam’a yağdırdığı bombaların izini ömür boyu benliğinde ve bedeninde taşıyan Kim Phuc’un muhteşem affetme hikayesine. Kişinin tek gerçek savaşının kendisiyle olduğunu, affetmenin sizi zayıf değil aksine güçlü kıldığını, değiştirilemeyecek şeyler için üzülmek yerine, o acıyı ya da hüznü, yapıcı bir yaşam enerjisine dönüştürmenin gerekliliğini bağıra bağıra anlatan öyküyü okumaya kendinizi hazırlayın.
1972 yılında Kuzey Vietnam’da bir tapınakta saklananların üzerine bir Amerikan uçağından dört napalm bombası atılmış. Sağ kalan çocuklar, elbiseleri, saçları, vücutları yanık içinde, çığlıklar atarak kaçışırken, foto muhabiri Nick Ut kendisine Pulitzer ödülünü getirecek olan bu kareyi çekmiş. Ortada, çığlık çığlığa koşan çıplak kız Vietnam Savaşı’nın bütün dehşetinin isimsiz simgesi haline gelmiş. Amerika’yı dünya kamuoyunun önünde güç durumda bırakan, kendi ülkesinde protesto gösterilerine yol açan bir simge.

Haberin Devamı

1982’de bir Alman gazeteci fotoğraftaki kızın peşine düşmüş. Kızın adının Kim Phuc olduğu ortaya çıkmış. Bütün vücudu yandığı için Saygon’da 14 ay hastanede yatmış, yanık derisi ayıklanırken her seferinde acıdan bayılmış. İleri bir yaşta, kocasıyla gittiği Moskova dönüşü siyasi mülteci olarak Kanada’ya sığınmış. O günlerde 34 yaşındaymış, evliymiş, 3 yaşında bir oğlu varmış. Astım ve şeker hastasıymış, sık sık migren krizi geçiriyormuş. Vücudunun her yerinde silinmez yara izleri taşıyor olmasına ve cildi nefes alma yeteneğini kaybetmiş olmasına rağmen yine de “Ne talihliymişim ki yüzümde en küçük bir leke bile yok” diye avunabilen güçlü bir kadın olmuş, o fotoğraftaki küçük çıplak kız.

Haberin Devamı

1995 senesinde Washington’da Vietnam Savaşı’nı anmak için bir tören yapılmış. Kim Phuc’ı konuşma yapması için kürsüye çağırmışlar; “O bombaları atan pilotla karşılaşsam, ona geçmişi değiştiremeyiz derdim. Ama bugün de yarın da barışa hizmet etmek için elimizden geleni yapabiliriz...” diyerek topluluğa seslenmiş.

Konuşması bitince kürsüden ayrılırken, göndereni işaret ederek eline bir kâğıt tutuşturmuşlar. Kim Phuc önce dönüp adama bakmış. Adam orada öylece duruyormuş, eli ayağı titreyerek O’na bakıyormuş. Sonra elindeki notu okumuş, notta: “Kim, o adam benim!” yazıyormuş. 8 Haziran 1972 günü, Vietnam’daki o tapınağa napalm bombası atan uçağın pilotu John Plummer’miş notu gönderen adam… Savaştan sonra yıllarca kendine gelememiş, ne yapacağını bilememiş, din adamı olmuş, o küçük kızın resmini gazeteden kesip sürekli cüzdanında taşımış. Kim Phuc, bir an adama bakmış, sonra kollarını açarak ona doğru koşmuş...

Sizce hangisinin yarası daha derindi dersiniz? Bu hikâyeyi her hatırladığımda, kadının yüreğinin büyüklüğü, adamın derin pişmanlığı, kendini ve diğerlerini affetmenin gücü karşısında nutkum tutulur. Affedin lütfen.