Eski 23 Nisan’ları özlüyor musunuz? Ben öyle çokça eskilere takılan, falanca günleri özlüyorum diyen bir kadın değilimdir. Eskiye dair takıntılarım, hatıralarım, özlemlerim vardır ama gözüm, aklım, kalbim genelde şimdi de çokça da gelecektedir. Buna rağmen eski 23 Nisan günlerini özlüyorum, hem de çok. Hem yaşanılanları hem kutlanış şeklini hem Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara hatta tüm dünya çocuklarına armağan ettiği şekli ile bizlere emanet ettiği o değeri ve felsefesini yaşatabilmeyi özlüyorum…
Başta çocuklarımızın olmak üzere içindeki çocuğu yaşatmayı bilen herkesin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı da peşinen kutlayarak satırlarıma devam edeyim. Çocuklara armağan edilmiş bu bayramda niye içindeki çocuğu yaşatmayı bilen herkesin de bayramını kutladığımı anlatacak olursam.
Atatürk, yaşamı boyunca tüm sevdiklerine hangi yaşta olursa olsun “ÇOCUK” diye seslenirmiş. O’nun hayatında çocuk SEVGİ demekmiş! Çünkü, çocukların kendisinin dilinden daha iyi anlayacağını, tüm sorunları sadece çocukların anlayıp çözeceğini ve büyüklerin yapmadığı her şeyi çocukların yapacağını düşünürmüş. Çocuklara değer verirmiş; çünkü çocuklar, öğretilmediğinde kötülük nedir bilmez diye düşünürmüş. Ve öğrenmedikleri sürece geleceği savaşsız, kötülüksüz ve sevgi dolu bir dünya yapacaklarını düşünürmüş. İşte bu nedenlerden ötürü de çocukları çok severmiş ve bu bayramı ilk önce Türk çocukları olmak üzere tüm dünya çocuklarına armağan etmiş. Çünkü geleceğin ulusal egemenliğini çocukların yapacağını düşünürmüş.
Bakıyorum da yaşanan ekonomik ve siyasi gelişmeler nedeniyle çok daha az coşkulu ve kaygılı kutlanıyor 23 Nisan. Kaygı duymanın gereksiz olduğunu ama elbette ki bir şeyler yapmak, önlem almak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü tek başına kaygının her şeyi olduğundan daha da fazla kötüye götürmekten öte hiçbir işe yaramadığını çok iyi biliyorum.
Rezonans kanununda anlatıldığı gibi yakın gelecekteki tüm olayları, bugünkü bilincimiz belirliyor. Ancak bilincimizi hedefe yönlendirirsek yaşamımızda sahip olmak istediğimiz şeylerle etkileşime geçebiliriz. 23 Nisan da aynı zamanda gelecek ve ulusal egemenlik demek…
Beton çatlaklarından, taş duvarlar arasından bir çiçek çıkıp, filizlenip açabiliyorsa bizim umutsuz olmaya hakkımız olamaz. O narin çiçeğin tohumu “tepemi taşlarla ördüler” demedi. Bizim de geldiğimiz noktaya, başımıza örülen çoraplara isyan etmek ya da teslim olmak gibi bir lüksümüz olamaz. Her daim Cumhuriyet coşkusu ve sevgi ile açmak durumundayız. Umut da, sevgi de, gelecek de, tohum da, çiçek de çocuk demek ve hepimiz sevilmeye layık birer insan olduğumuzda, kötülük nedir bilmediğimizde ve sevgi dolu bir dünya yaratmaya çalıştığımızda ATATÜRK’ün dediği gibi yaşamımız boyunca hangi yaşta olursak olalım “ÇOCUK” diye seslenilmeyi hak ediyoruz. İçimizdeki çocuğu yaşatmaktan kastım da bunlar aslında.
Yalnız biraz CESARETE ihtiyacımız var. Taşlara, kayalara meydan okuyup yoluna devam eden ve gün ışına çıkan vahşi bir çiçeğin cesaretine. Çok zor bir durumla karşı karşıya kaldığımızda ‘BİR SEÇENEĞİMİZ’ vardır. Ya kızarız zorluklar için suçlayacak birini ya da bir şeyi ararız ya yok sayar görmezden gelir, ölü balık taklidi yaparız, ya da zorluklara meydan okuruz ve büyümeye devam ederiz. Aslında kayaların içinden açan çiçek bize yol gösterir, çünkü onun yaşama tutkusu karanlıktan çıkan, aydınlığa giden yolu gösterir. Yaşamın zorlukları ile savaşmanın, onlardan kaçmanın ya da inkar etmenin bir anlamı yoktur. Olmamız gereken çiçek olmak için, açmaya, büyümeye cesaretimiz olmasıdır. Şikayet etmeye değil!
Her insan içinde kendinin bile bilmediği bir potansiyel, sevgi, umut, gelecek, cesaret ve çocuk barındırır. Tohum metaforundan gidecek olursam, tohum ne olacağını bilmez, tohum çiçeği asla tanımamıştır! Hatta güzel bir çiçek olma potansiyeli taşıdığına inanmaz bile. Tohum sert kabuğunun içinde güvendedir, olanı kabul etmiştir. Çünkü açmak için çıkacağı yolculuk bilinmezdir, uzundur, hiçbir şey garanti değildir, hatta tehlikelidir de. Ama tohum dener, çaba gösterir, ona güvenlik veren sert kabuğunu bırakır, hareket etmeye başlarsa mücadele hemen başlar; toprakla tanışır, kayalar ile mücadele eder.
Tohum serttir ama filizler çok yumuşaktır, narindir ve tehlikeler pek çoktur. Tohum için bir tehlike yoktur, açmasa böylece yüzlerce yıl yaşayabilir ama filiz için tehlike çoktur, çekeceği çile çoktur. Ama tohumun bir rüyası vardır ve tohum ilerler. İnsan yolu da aynıdır. Zordur, cesaret gerektirir.
Bu ulus, bizler bu günlere içimizdeki tohumu açmaya cesaretlendiren Atatürk sayesinde geldik. Bize kayaların içinde zorlukları aşarak ulaşabileceğimiz bir geleceğimiz olduğunu gösterdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günü de çocuk bayramı ilan ederek tüm dünya çocuklarına ve içinde sevgi, iyilik ve cesaret barındıran biz yetişkin çocuklara emanet etti. İşte tüm bunlar yüzünden her daim Cumhuriyet coşkusu ve sevgi ile açmak durumundayız.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’mızı çocuk kalbimle kutluyorum.
Hayatın her alanında açmaya cesaretiniz olmasını diliyorum.
Sevgi ile içinizdeki çocuğa sahip çıkarak kalın.