Sezin Sivri

Sezin Sivri

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

2010’da kadın olmak


Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 8 Mart 1857’de New York’ta 40 bin dokuma işçisi kadının daha iyi çalışma koşulları için greve gitmeleri sonucu gündeme gelen ve kadın haklarının tüm dünyada kabul edildiği 1910 Kopenhag Konferansıyla kutlanmaya başlandı.
Her 8 Mart geldiğinde “kadın olmak” git gide daha mı zorlaşıyor diye düşünüyorum. Kadın-erkek ayrımı olmasın, her şeyi onlar gibi biz de yapalım, eşit şartlara sahip olalım istiyoruz. “Tek taşımı kendim aldım”, “Çocuk da yaparım kariyer de” gibi sloganları bağıra çağıra söylüyoruz. Tüm bunları beceriyor muyuz? Evet, gayet güzel üstesinden gelip, beceriyoruz.

Kadınlar ne ister?
İş hayatında iyi birer çalışan, evde iyi birer eş, çocuklara karşı iyi birer anne olmak için elimizden geleni yapıyoruz. Söke söke aldığımız eşit şartları sonuna kadar kullanıp üstüne üstelik başlı başına bir iş olan “kadın olmak” görevlerimizi yerine getiriyoruz. Yapacaklarımızın ardı arkası kesilmiyor, tüm bunlara güzel, bakımlı, fit olmak gibi meziyetleri de ekliyoruz. Yani git gide işimiz zorlaşıyor. Her şeye yetişmeye çalışan, mükemmel olmaya çalışan kadın rolüne bürünüp, akıp giden zamana, kırışıklıklarımıza meydan okumaya çalışıyoruz.
Bu mükemmel kadın olma yarışında kadın olarak beklentilerimiz de var... İster kentli olalım ister kırsal, ister ev hanımı, ister çalışan; “Kadınlar ne ister?” sorusunun cevabı her kadın için aynı. Kadınlar ne ister?; saygı, sevgi, konuşmak, eşitlik, ayakları yere sağlam bassın, sevdiği erkek tarafından ayakları yerden kesilsin, öğrenmek, tabuları yıkmak, eşitlik, beğenmek, beğenilmek, şiddet görmesin, çalışmak, emeğinin karşılığını almak, kadınlığını doyasıya yaşamak ve söz sahibi olmak ister... En önemlisi ise tüm bunları istemek zorunda olmadığı bir dünyada yaşamak ister. Kadın olmanın git gide zorlaştığı bir devirde, Dünya Emekçi Kadınlar Günü’müz kutlu olsun.


17. Caz Festivali’ni izleyin
2010’da kadın olmak

Filiz Eczacıbaşı Sarper’in önderliğinde 25 yıl önce kurulan İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV) tarafından düzenlenen 17. İzmir Avrupa Caz Festivali’nin açılışı dünyanın sayılı koreograflarından ünlü Flamenko dansçısı Antonio Najarro ve Dans Topluluğu “Jazzing Flamenco’’ ile yapıldı.
Avrupalı caz ustalarının yaptığı müzik eşliğinde, Flamenko’nun Arjantin tangosuyla kaynaştırılarak modernize edilmesinden ortaya çıkan yüksek tempolu bir dans gösterisi izledik. 12 bölümlük gösteride 24 dansçı, 12 koreografiyi 1.5 saat ara vermeksizin sunarak yüksek performans sergilediler. Kostümler de tıpkı danslar gibi özüne sadık kalınarak modernize edilmişti. Dünya çapında üne sahip, katıldığı her uluslararası festivalde kapalı gişe sergilenen “Jazzing Flamenco”yu Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde izlemek İzmirliler için büyük bir şanstı.
İKSEV ve İzmir’de sanat denince ilk akla gelen isim olan Filiz Eczacıbaşı Sarper’in katkıları ile İzmir Avrupa Caz Festivali’ne gelen dünyaca ünlü sanatçıların gösterilerini kaçırmamak, bize sunulan bu fırsatı iyi değerlendirmek gerektiği kanısındayım.
17 Mart’a kadar devam edecek olan festivalde görüşmek üzere...

Festival programı
•7 Mart Pazar 20.30-Açık Caz Orkestrası
•9 Mart Salı 20.30-Laia Genc-Liaison Tonique 5 (Final Konseri)
•10 Mart Çarşamba 20.30-Matthias Schriefl 6, Alps&Jazz
•13 Mart Cumartesi 20.30-Andy Manndorff Trio
•15 Mart Pazartesi 20.30-Jeff Giansily Quartet
•17 Mart Çarşamba 20.30-Fatima Spar And The Freedom Fries.


Ümidim azaldı başarılı bir Atatürk filmi çekemeyeceğiz
Büyük bir ümitle ve merakla Atatürk’ün hayatını anlatan Veda filmini izlemeye gittim. Can Dündar’ın “Mustafa” filminden sonra “Veda”dan beklentim artmıştı. Film hakkında ne iyi, ne de kötü yönde bir önyargıya sahiptim. Senaryo ve müzikler Zülfü Livaneli’ye ait. Film, Atatürk’ün çocukluk arkadaşı, silah arkadaşı hatta yaveri olan, can dostu Salih Bozok’un anılarından çevrilmiş. Gene olmamıştı! Türk sinemasının bu kadar yol kat ettiği, oldukça başarılı yapımlara imza attığı 2010’da bile hâlâ Atatürk’ü hak ettiği gibi anlatan bir film çevirememiştik. Film bana ortaokul, lise yıllarında okuduğum ders kitaplarında anlatılanın dışında bilmediğim yeni bir şey öğretmedi. Bir bakıma da, vicdan azaplarından yola çıkılarak çevrilmiş bir film izledim. Kopukluklar ve eksiklikleri vardı. Zülfü Livaneli Veda filminin amacı için “Atatürk’ü sadece Türkiye’ye anlatmak değil, aynı zamanda tüm dünyada Atatürk’ün tanınmasını sağlamak” diyordu. Atatürk’ü Dünyaya anlatacak film böyle yetersiz olmamalıydı. Veda’yı izlemeye gittiğimde gene Atatürk’ü konu alan diğer bir film “Dersimiz Atatürk”ün fragmanını izledim. Halit Ergenç’i Atatürk’e benzetmek için yapılan plastik makyaj çok çok kötüydü. Başta da dediğim gibi, git gide ümidimi yitiriyorum; Atatürk’ü anlatan başarılı bir film çekemeyeceğiz galiba.