İSO’nun İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu araştırmasına göre firmalar satış ve kârda çok iyi bir performans yakaladı ama finansman yükü de yüzde 40 arttı
2016 Türkiye ekonomisi için kötü bir yıldı. 2017 ise kötü başlamasına rağmen KGF gibi finansman destekleri ve geçici vergi indirimlerinin etkisiyle işletmeler için iyi bir yıl oldu. Rakamlar öyle söylüyor. İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) yaptığı büyük sanayi kuruluşları araştırmaları çok değerli bilgiler içerir. İSO, mayısta, “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” araştırmasını açıklamıştı. Satış ve kâr rakamları sanayi kuruluşlarının son yılların en iyi performansını yakaladığını göstermişti. Bu hafta açıklanan ikinci 500 rakamları da benzer sonuçları ortaya koydu.
Kârda % 67 artış
Buna göre geçen yıl satışlar yüzde 31 ve kâr ise yüzde 67 artmış. İhracatta ise yüzde 17’lik bir artış var. Bu rakamlar şaşırtıcı değil. Yüzde 7.4 büyüyen bir ekonominin bilançoları da böyle olmalıydı. Ama mesele bundan sonra ne olacağında? Geçen yılın parlak rakamlarının arasında endişe yaratan bir veri de vardı. Firmaların faaliyet kârının yüzde 40’tan fazlası finansman giderlerine, yani borç faizine gitmiş. Bu yıl ise finansman yükü daha da ağırlaşacak. Çünkü kısa ve orta vadeli borçlanma ya da yenileme daha yüksek faizlerle yapılıyor.
İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, “Bu yıl sanayici özellikle faiz ve kurlardaki yüksek boyutlu dalgalanmanın baskısını daha fazla hissediyor. Bu da kârlılıkların sürdürülebilirliği konusunda endişe yaratıyor” dedi.
Geçen yıl Bahçıvan’ın “devrim niteliğindeki finansal inovasyon” olarak tanımladığı KGF ile kötü bir başlangıcı mutlu sona çevirebilmiştik. Bu yıl ise henüz şapkadan çıkmış bir tavşan yok. Aksine daha yüksek faiz, daha değersiz Türk Lirası, daha yüksek enflasyon, daha düşük kredi notu ve daha yüksek risk primi var. Bu ise sanayi firmaları için artan finansman ve üretim maliyeti demek.
ABD FAİZ ARTIRIRKEN DİĞERLERİ DÜŞÜREBİLİR Mİ?
Türkiye’de faizi aşağı çekmenin önünde iç engeller kadar dış faktörler de var. Dış faktörler listesinin başında ise ABD Merkez Bankası’nın (Fed) ne yapacağı bulunuyor. Fed Başkanı Powell bu hafta ABD senatosunda konuştu. Piyasaların merakla beklediği bir konuşmaydı ama çok fazla yeni bir şey söylemedi. Faiz artışlarının kademeli devam etmesi gerektiğini vurguladı. Hem iyi, hem de kötü haber. Kötü çünkü faiz artışları sürecek. İyi çünkü faizler hızlı değil kademeli artacak.
Amerikan Merkez Bankası’nın ne yapacağına dair senaryo çok ama en fazla rağbet görenine göre Fed yılın geri kalan döneminde faizleri iki defa artıracak. Böylece her çeyrekte bir, çeyrek puanlık artış yapmış olacak. Çeyrek başına çeyrek puan artış eğilimi gelecek yılın ilk yarısında da seyredebilir. Fed’in faiz artırdığı bir ortamda diğer merkez bankalarının faiz indirmesi çok kolay olmayacak. Çünkü ülkeler arasındaki faiz farkının ABD lehine değişmesi demek diğer ülkelerden ABD’ye sermaye kayması demek. Özellikle dış finansman ihtiyacı yoğun olan ekonomilerin işi gittikçe zorlaşıyor. Ya daha düşük kaynak girişine ve dolayısıyla daha düşük büyümeye razı olacaklar. Ya da dışarıdan para çekebilmek için getiriyi normalde olması gerekene göre daha yüksek tutmak zorunda kalacaklar. Bu tabloyu değiştirecek olan gelişme ticaret savaşları ve yüksek gümrük vergilerinin etkisiyle küresel ekonomik görünümün bozulması ve Amerikan ekonomisindeki toparlanmanın sekteye uğramasıdır. Bu da bizim için farklı sorunlar yaratır.
Ar-Ge mi? O da ne?
İSO 500 araştırmaları her yayınlandığında aynı soruyu soruyoruz: Sanayi 4.0’a bu firmalarla mı geçeceğiz? 500 milyar dolarlık ihracat hedefine bu üretim yapısıyla mı ulaşacağız?
İkinci 500’deki firmaların sadece 188’i araştırma ve geliştirme yapıyormuş. Firmalar, Ar-Ge (Araştırma ve Geliştirme) için satışlarının yalnızca yüzde 0.45’ini ancak harcamışlar. Belki 2016’ya göre yüksek bir artış oranı yakalanmış olabilir ama yüzde 0.45 gelecek için çok fazla umut vermiyor.
Sorun ilk ya da ikinci 500’ün değil genel bir sorun. Türkiye OECD ülkeleri arasında Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranında sondan 6’ıncı. Bizden daha kötü durumda olan Güney Afrika, Slovakya, Romanya ve Şili ve Meksika var. Örnek aldığımız ülkeler ise bizim iki katımız ya da daha yüksek oranlara sahip.