Bir zamanlar 5-5-5’i konuşuyorduk; yani yüzde 5 büyüme, yüzde 5 cari açık ve yüzde 5 enflasyon. Türkiye ekonomisi için sürdürülebilir ideal dengenin 555 olduğu görüşü savunuluyordu. Şimdi ise durum çok farklı. Maliye ve Hazine Bakanlığı’ndan yapılan açıklamalara göre, Türkiye ekonomisinin gelecek yıl yüzde 3-4 arasında bir yerde büyümesi hedefleniyor.
Türkiye için düşük sayılabilecek bu büyüme ile enflasyonun şimdiki yüzde 16’lardan tek haneli rakama inmesi ve şu anda GSYH’ye oranla yüzde 5’in üzerinde seyreden cari işlemler açığının ise yüzde 4’e gerilemesi öngörülüyor. Her ne kadar 349 tablosu 555 tartışmalarının yapıldığı döneme göre daha kötü bir tablo olsa da mevcut koşullarda en makul olanıdır. Sorun, böyle bir tabloya nasıl ulaşılacağıdır.
Parada istikrar lazım
Yapılan açıklamalarda güçlü bir politika bileşimi ve tedbir setine ihtiyaç olduğu vurgulanıyor. Finans sektörünün güçlü yapısının korunması gerektiğinin altı çiziliyor. Para politikasının bağımsızlığının sağlanmasına ve işin maliye ayağının ne kadar önemli olduğuna da vurgu var. Mesela bütçe açığının GSYH’nin yüzde 1.5’i dolayında sınırlanacağı, tasarruf yapılacağı, altyapı yatırımlarında dış finansman ve yabancı
TL’nin aşırı değer kaybının ekonomi üzerindeki yıkıcı etkisi konusunda artık yeterince ikna olduk. Enflasyona olan etkisini çok kısa sürede yaşadık. Aşırı döviz borcu olan firmaları nasıl sıkıştırdığını da görüyoruz. TL’de ve fiyatlarda istikrarı sağlamadan ekonomide istikrarın sağlanmasının ne kadar zor olduğu da az çok anlaşıldı. Eğer ısrar edilirse mevcut piyasa krizinin bir ekonomik krize dönüşme riski göz ardı edilmemeli. O halde TL’deki sert düşüşün önüne geçmek için ne yapılmalı?
Yabancı fon sahipleri
Liradaki değer kaybı yeni başlamadı. 5 yıllık geçmişi var. Sürpriz olan son değer kaybı ABD’nin yaptırımlarıyla başladı ve bu mesele çözülmeden rahatlama yok. Kapı arkalarında iki taraf arasında görüşmeler sürüyor. Eğer bu görüşmelerden yakın vadede bir sonuç bekleniyorsa o zaman Merkez Bankası’nın ve hükümetin soğukkanlı yaklaşımını bir ölçüde anlamak mümkün. Eğer bu tip beklenti yok ve çözüm uzaktaysa vakit kaybetmeden başka önlemler almak gerekmez mi?
Bu noktada en büyük görev yine Merkez Bankası’na düşüyor. Bu hafta attığı sürpriz zorunlu karşılık adımı, Merkez Bankası’nın faizleri artırmasa bile aslında durumdan kaygılı olduğunu gösterdi. Zorunlu karşılık hamlesi ile 2.2
Aynı gün yaşanan iki olay. Birinde ABD Başkanı Trump, Kuzey Kore lideri Kim Jong’a bundan 65 yıl önce Kore’de ölen Amerikan askerlerinin kemiklerini gönderdiği için teşekkür ediyor. Ve “Ayrıca gönderdiğin güzel mektup için de teşek-kür ederim: En kısa zamanda görüşmeyi umuyorum” diye bir başka tweet daha atıyor. Muhabbet süper. Oysa daha birkaç ay öncesine kadar Trump için Kim Jong ”küçük roket adam”dı. Onu diktatörlükle suçluyor, Kore’yi ise “ateş ve gazap” yağdırmakla tehdit ediyordu. Eş zamanlı bir diğer gelişmede ise Trump yönetimi Türkiye’den iki bakanın ABD’deki varlıklarına el koyma ve yaptırım uygulama kararı alıyordu. Çok değil bundan 7-8 ay önce birisi çıkıp “ABD NA-TO müttefiki ve stratejik ortağı Türkiye’ye karşı yaptırım uygulayacak ve NATO’yu kurarken hedef aldığı ülkelerden biri olan can düşmanı ve nükleer tehdit olan Kuzey Kore’ye övgüler yağdıracak” deseydi “hadi oradan” derdiniz. İşte piya-saları sarsan ve sermayeyi ürküten jeopolitik belirsizlik dedikleri bu olmalı. Bu noktada bir değerlendirme yapanlar çok büyük ihtimalle gerilimin tırmanacağını ve ekonomi ile piyasalara etkisinin daha da derinleşeceğini öngörüyorlardır. Tabii ki pozisyonlar da buna göre
Güngör Uras fabrika aşığıdır. Bir fabrikaya girdiğinde kendisini kaybeder, makinelerin arasında yok olur. Aslında aşık olduğu fabrika değil, sanayidir, üretimdir. Yazılarında bunu sıklıkla görürsünüz. Üretimin önemini ve nasıl ihmal edildiğini çok eğlenceli bir şekilde aktarır. “Humour türü yazıları seviyorum” diyor Güngör Uras. “Humour” kelimesi yabancı bir kelimedir. Anlamı “olayların gülünç yanlarını görme yeteneği, nüktedanlık, şakacılık”tır. Uras bu tarzı ile en sıkıcı konuları bile okutuyor, dinletiyor ve izletiyor. Son çıkan kitabının başlığı “İndir Faizi, Bindir Faizi”. Kitaba adını veren makale yılların faiz tartışmasını çok iyi karikatürize ediyor. Son cümlesinde diyor ki; “Uzatma... Bir gün indir, bir gün bindir. Bugüne kadar nasıl idare ettiysen öyle idare et gitsin...” Acaba idare mi edeceğiz yoksa yapısal sorunlara yapısal çözümler mi bulacağız.
Türkiye ekonomisi 2001 krizinde duvara çarpınca (biraz da zorunlu olarak) ciddi yapısal adımlar atmıştı; hem de IMF ile beraber. O sancılı adımlar bizi neredeyse 10-15 yıl götürdü. Büyüme hızlandı, enflasyon düştü, refah arttı, ekonomik ve finansal istikrarı sağlandı. Şimdi ise yeni adım vaktidir. Yoksa daha çok faiz indirir,
Thomas Robert Malthus ekonomi tarihinin üzerinde en çok konuşulan ve tartışılan kişilik-lerindendir. 1766’da doğmuş, 1834’te ise ölmüştür. Aslında matematikçidir. Felsefe eğitimi de almış. Hatta rahiplik bile yapmıştır. Ama biz onu daha çok “Nüfus hakkında bir deneme”siyle hatırlarız.
Malthus bu çalışmasında nüfusun geometrik bir hızla, yani katlanarak artarken dünyadaki gıda arzının ise aritmetik arttığını ve bunun açlığa, kıtlığa, kitlesel ölümlere yol açacağını öngörmüş.
Nüfus artışı...
Malthus’a göre, nüfus çığ gibi artıyor ama toprağın verimi belli bir düzeye kadar artırılabilir ancak ötesi yoktur. İktisattaki meşhur azalan verimler kanunudur bu. Teorinin gerisi ise çok acımasızdır. Yaklaşan felaketi önlemek için doğum oranlarını düşürmenin gerektiğini söyler, ücret artışına karşıdır, nüfus artış oranının bir şekilde yavaşlaması gerektiğine inanır. Yoksullara yük gözüyle bakar. Bu yaklaşımları nedeniyle hem dindarların hem de ateistlerin tepkisini çekti.
Sonuçta realite Malthus’u haksız çıkardı. 200 yıl önce bu görüşü ortaya attığında dünyanın nüfusu 1 milyar bile değildi. Oysa şimdi 7 milyar. Ama ne küresel açlık var, ne de kıtlık. Ortalama yaşam süresi iki katına yükseldi.
Merkez Bankası, bir puanın üstünde faiz artışı bekleyen piyasa oyuncularını şaşırttı. Faizi değiştirmeme nedenini açıklaması Türk Lirası’nda istikrarın sağlanmasına katkı verecektir.
Merkez Bankası bir puanın üzerinde faiz artışı bekleyen piyasa oyuncularını şaşırttı. Aslında TCMB son bir yılda, bazen geç kalsa da ciddi bir parasal sıkılaştırma yaptı. Bir yıl önce ana fonlama aracı olarak kullandığı geç likidite penceresi faizi yüzde 12.25’ti. Bir haftalık repo faizi ise yüzde 8’di. Bugün ise parayı ağırlıklı olarak repoyla veriyor ve faizi ise yüzde 17.75. Faizi bir yılda GLP’ye göre 5.5 ve repoya göre 9.75 puan artırmış. Fena bir artış değil ama bu oranda bir sıkılaştırma enflasyonu frenlemeye yetmemiş. Burada Merkez Bankası’nın faizi daha da fazla artırması gerektiği söylenebilir. Yani son bir yıldaki artışlar için “yetmez ama evet” durumu var. TCMB’nin para politikası araçları daha fazla etkileyebildiği çekirdek enflasyon göstergelerindeki artış da bu görüşü destekliyor. Ancak bir faktör daha var. O da fiyat istikrarını sağlama çabasında Merkez’e diğer alanlardan destek gelmediği. Enflasyon hedefini TCMB ile hükümet ortaklaşa belirliyor. Bu rakama ulaşılması ise sadece para
Önümüz-deki haftanın ekonomideki en önemli olayı 24 Temmuz’daki para politikası kurulu toplantısı. Aylık enflasyonun haziranda en kötümser beklentiden bile daha kötü çıkması ve Türk Lirası’nın değer kaybının sürmesi ile Merkez Bankası’nın nasıl bir adım atacağı ayrı bir önem kazandı. Daha da önemlisi bu toplantı yeni Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemindeki ilk PPK toplantısı olacak.
Merkez Bankası’nın geçen ayki güçlü faiz artırımından sonra yeni bir artışa gerek olmadığını düşünenler de var, en az bir puanlık artış öngörüsünde bulunanlar da. Özellikle yabancı banka raporlarına faiz artırım beklentisi girmeye başladı. Bu beklentilerin arkasında birkaç neden var.
- Enflasyonun hem tüketici, hem de üretici fiyatlarıyla yıl başında akla hayale gelmeyecek seviyelere yükselmesi.
- Enflasyondaki ana eğilimi gösteren çekirdek enflasyon göstergelerinin ulaştığı yüksek seviyeler.
- Enflasyon beklentilerinin hızla bozulması, TCMB anketlerinde beklentinin yıl sonu için yüzde 13.38’e yükselmesi.
- Kurlardan enflasyona geçişkenliğin yüksek olduğu bir ortamda TL’deki zayıflığın devam etmesi.
İşte bu gelişmeler Merkez Bankası’nı salı günkü toplantıda faiz artırmak zorunda bırakabilir. Ekonominin
İSO’nun İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu araştırmasına göre firmalar satış ve kârda çok iyi bir performans yakaladı ama finansman yükü de yüzde 40 arttı
2016 Türkiye ekonomisi için kötü bir yıldı. 2017 ise kötü başlamasına rağmen KGF gibi finansman destekleri ve geçici vergi indirimlerinin etkisiyle işletmeler için iyi bir yıl oldu. Rakamlar öyle söylüyor. İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) yaptığı büyük sanayi kuruluşları araştırmaları çok değerli bilgiler içerir. İSO, mayısta, “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” araştırmasını açıklamıştı. Satış ve kâr rakamları sanayi kuruluşlarının son yılların en iyi performansını yakaladığını göstermişti. Bu hafta açıklanan ikinci 500 rakamları da benzer sonuçları ortaya koydu.
Kârda % 67 artış
Buna göre geçen yıl satışlar yüzde 31 ve kâr ise yüzde 67 artmış. İhracatta ise yüzde 17’lik bir artış var. Bu rakamlar şaşırtıcı değil. Yüzde 7.4 büyüyen bir ekonominin bilançoları da böyle olmalıydı. Ama mesele bundan sonra ne olacağında? Geçen yılın parlak rakamlarının arasında endişe yaratan bir veri de vardı. Firmaların faaliyet kârının yüzde 40’tan fazlası finansman giderlerine, yani borç faizine gitmiş. Bu yıl ise finansman yükü daha da