Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Taliban’ın Türkiye’de bir temsilcilik açması için temasların arttığı, Başbakan Başdanışmanı İbrahim Kalın sayesinde doğrulanmış oldu. Buna izin verilmesi ilk bakışta insana çok hoş bir seçenek olarak gelmiyor. Çünkü çocuk, kadın, yaşlı demeden ellerinde çok sayıda insanın kanı olan, ayrıca kadınlara karşı zulmüyle tanınan, köktendinci bir terör örgütünden söz ediyoruz.
Türkiye’de İslami kökenli bir hükümetin işbaşında olması da kuşkusuz bu çerçevede farklı yorumlara neden olacaktır. AKP’nin kendisini Hamas ve Hizbullah gibi örgütlere yakın hissettiği de zaten biliniyor. Türkiye’de Taliban gibi örgütlere sempati duyan ve mücahit olup savaşmak için Afganistan’a gidenlerin olduğu da biliniyor.
Böyle bir terör örgütüne temsilcilik açma hakkını tanımak, aynı zamanda ve kaçınılmaz olarak, o örgütü tanıyıp meşrulaştırmak anlamına da gelecektir. Bu durumda Türkiye’de birçok kişinin aklına hemen gelecek olan soru da malum.
“PKK da kendi ismi altında Londra, Paris veya Brüksel’de bir temsilcilik açarsa o zaman Ankara buna nasıl itiraz edecek?”

Şeytan ayrıntıda yatıyor
Başkaları ise bugün Taliban’a izin verilecekse, yarın hangi köktendinci örgütlerin Türkiye’de siyasi anlamda konuşlanmalarına izin verileceğini merak edeceklerdir.
Bu soruların kendi çerçeveleri içinde geçerli olduğu inkâr edilemez. Ancak her zaman olduğu gibi şeytan yine ayrıntıda yatıyor.
Sonuçta Taliban’la diyaloğa girilmesi fikri Washington, Afganistan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai ve NATO müttefikleri tarafından da destekleniyor. Afganistan’da NATO’nun temsilciliğini yapmış olan eski dışişleri bakanlarından Hikmet Çetin bile, barış sağlanacaksa Taliban’la masaya oturulabileceğini belirtiyor.
Bu noktaya gelindiyse o zaman işin içinde Türkiye için de düşünülmesi gereken bir gerçeğin yattığını kabul etmek zorundayız. Aslında bunu daha önce İrlanda’daki IRA ve kısmen de olsa İspanya’daki ETA terörüyle de gördük.
Ne kadar nahoş bir gerçek olursa olsun, terör örgütleri kendileri için “kalıcılık” sağlayıp, sonu gelmeyecek gibi görünen eylemleriyle karşılarındakileri çözümsüz bırakmayı başarabilirlerse, kendilerine masada yer açabiliyorlar.
Türkiye açısından üzerinde durulması gereken asıl emsal ise, Taliban’a temsilcilik açmasına izin vermekten ziyade, terör uygulayan bir örgütle eninde sonunda masaya oturup diyaloğa giriliyor olmasıdır.
Özetle burada sorulması gereken soru, “Ya PKK da Avrupa’da temsilcilik açmak isterse?” sorusu değildir. Sorulması gereken şudur: “Türkiye de PKK ile eninde sonunda Taliban’la olduğu gibi, masaya oturacak mı?”

Diyaloğa zorlar mı?
Türkiye açısından işi daha da karmaşık kılan husus ise, Taliban’la diyaloğa şimdi yeşil ışık yakan ABD ve İngiltere gibi ülkelerin, Ankara’dan uzun zamandır PKK’yla bir diyaloğa girmesini ve “terör sorunu” olarak değil “Kürt sorunu” olarak gördükleri bu meseleyi bu yoldan çözmesini istemeleridir.
“Taliban emsalinden” sonra Türkiye’nin dışarıdan gelecek olan “PKK’yla görüşün, sorunu diyalog yoluyla çözün” telkinlerine göstereceği itirazların fazla ağırlığı kalmayacağı aşikâr. Türkiye kendi içinde o kadar çok çelişki hatta çifte standart taşıyor ki, dış politikadaki iddialı hamlelerinin bu gibi “ters tepmeleri” kaçınılmaz oluyor.
Fakat önemli olan bu da değil. Önemli olan, IRA, ETA, Hamas, Taliban derken gelişmelerin Ankara’yı da PKK’yla adım adım diyaloğa zorlayıp zorlamadığı sorusudur. Farklı bir şekilde dile getirecek olursak asıl soru, “Türkiye’nin de eninde sonunda PKK’yla müzakereye oturması işin doğasında mı var?” sorusudur.
Genel durum buna işaret ediyorsa o zaman akılcı olan şey, Türkiye’de bunun hiç de kolay olmayacağı bilinse bile, daha fazla kanın akmasına izin vermeden bu gerçeğin bir an evvel kabul edilmesidir. Ancak kabul edilemeyecek gibiyse, ki mevcut atmosferde bu çok daha olasıdır, o zaman başkalarının zamanla Türkiye’ye de emsal olarak gösterebilecekleri şeylerden uzak durmak daha akılcıdır.