Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Anders Breivik adlı aşırı sağcı Norveçlinin kanlı eylemi Türkiye dâhil İslam âleminin genelinde neredeyse bir “oh olsun” furyası estiriyor. Başbakan Erdoğan bile Bakû dönüşünde uçakta gazetecilerle konuşurken, “Hıristiyan dünyasının bu olaydan dersler çıkarması gerektiğini” belirtip, “Kimse Hıristiyani terör demiyor” diye sitem etmiş.
“Hıristiyan dünyasını” bilemiyoruz, ancak istatistiklere göre dindarlığın giderek azaldığı “Post Hıristiyan Avrupa”sının bu olaydan çıkaracağı çok sayıda ders olduğu malum.
Bunların başındaysa farklı etnisite, din ve kültürden olanlara karşı hoşgörüsüzlük, bununla bağlantılı nefret söylemi ve kültürel üstünlükçülükle ilgili derslerin geldiği de açık.

Nefret söylemi ve dersler
Çıkarılacak bu derslerle kıtadaki Müslümanların hayatları kolaylaşacak mı, yoksa daha da zorlaştıracak mı bunu da göreceğiz. Ancak burada üzerinde durmak istediğimiz şey farklı. İslam dünyasının da İslamiyet adına işlenen terör saldırılarından ve kendi içindeki hoşgörüsüzlükle nefret söyleminden hangi dersleri çıkardığını sorgulamak istiyoruz.
Yoksa iki yanlıştan bir doğru elde edilirmiş gibi, “Gördünüz mü, onların arasından da çıktı” diye konuşmanın fazla bir anlamı yok. Kendimize bakacak olursak, “Dünya Değerler Araştırması Derneği” Yönetim Kurulu Üyesi ve Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in başkanlığında yapılan “2011 Türkiye Değerler Araştırması” ise bu konuda nerede durduğumuzu çarpıcı rakamlarla ortaya koymuş.
54 il ve 128 ilçede 1605 kişiyle yüz yüze yapılan araştırmanın sonuçlarına bakacak olursak, Türklerin neredeyse yarısı (yüzde 48) Hıristiyan komşu istemezken, yüzde 64’ü Tanrı’ya inanmayan bir komşu istemiyor. Araştırmanın ortaya serdiği kadınlara, eşcinsellere, nikâhsız yaşayanlar, mayo giyenlere karşı hoşgörüsüzlüğe ise burada hiç girmiyoruz.

‘Biz ve onlar’
Bu arada İslam âleminin Irak, Afganistan, Sudan ve şimdi Suriye, Libya ve Bahreyn gibi ülkelerde -bırakın ABD, İsrail veya NATO’nun yaptıklarını- Müslümanların Müslümanlara karşı gerçekleştirdikleri zulüm ve terörden ne kadar “ders çıkarıp” doğru kolektif tepkileri gösterdikleri de tartışmaya açıktır.
Aynı şekilde, kendi ülkelerinde kadınları başlarını örtmeye ve belli şekilde giyinmeye ve davranmaya zorlayan Müslüman ülkelerin, Belçika ve İsviçre’de getirilen -ve bize göre de demokratik olmayan- peçe ve çarşaf yasağına tepki gösterme haklarının olup olmadığı da sorgulanmalı.
Erdoğan’ın Norveç bağlamında “Hıristiyan dünyası ders çıkarmalı” söylemi bile bir “bizler ve onlar” yaklaşımı yansıtıyor. Özetle, Erdoğan bunun yerine “dünyadaki ve özellikle Batı’daki uygar insanlar böylece ister İslamiyet, ister Hıristiyanlık, isterse Yahudilik adına olsun, her türlü terör saldırılarından ders çıkarmalı” diyemiyor.
Diyemez de zaten zira, Hamas’ın geçmişte gerçekleştirdiği aleni terör saldırılarına rağmen “Hamas terörist değildir” diye ısrar ederken, Usame bin Ladin’in öldürülmesi konusunda da bugüne kadar akıllarda kalan net bir açıklamada bulunmuş değil.

‘Terörün dini olmaz’
Bu tutumuyla da, “Breivik’in saldırısını tasvip etmemekle birlikte nedenlerini anlıyorum” diyen bir Avrupalı ile aynı sınıfa girmiş oluyor. Oysa “terörün dini imanı olmaz” diyen yine kendisidir.
Özetle, sadece Batı’da değil, kendi içimizde de bu tür “güdüsel yandaşlık” ve bununla birlikte gelen yabancı düşmanlığı, nefret söylemi ve hoşgörüsüzlükle mücadele etmezsek başkalarına söyleyebileceğimiz çok fazla söz kalmıyor.
Bir de şuna işaret etmek gerekiyor: Norveçliler İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük sosyal travmalarını yaşıyorlar. Tüm dünyanın gözünü de üzerlerinde hissediyorlar. Bu vahşetin toplumsal, yasal, güvenlik ve insani boyutunu bunun bilinciyle ele almak zorunda olduklarının da farkındalar.
Sonuçta Norveç’in bu sorunun üzerine gidiş şeklinden ve toplumsal uyumu ve huzuru sağlama yöntemlerinden aslında bize bazı “dersler” çıkabilir.