Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Beşar Esad’ın reformlarla ülkesinde normalleşmeyi sağlayabileceğine hâlâ inanan varsa boşuna bekliyor. Esad’ın “muhaliflerle diyaloga girme” ve “partilere izin verme” vaatlerinin “zamana karşı oynama taktikleri” olduğu Hama’da yaşanan son vahşet sayesinde ayyuka çıktı. Öte yandan Ankara’nın Esad rejimine karşı sabrının tükendiği de ortada.
Tam ramazana girilirken Hama’da gerçekleştirilen katliam üzerine açıklama yapan Cumhurbaşkanı Gül, bu gelişmenin “kabul edilebilecek ve sessiz kalınabilecek bir gelişme olmadığını” belirtti. “İletişim çağında herkesin gözü önünde cereyan eden bu şiddete karşı tepkisiz kalmak mümkün değildir” diye konuştu.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu da benzeri bir açıklamada bulunarak, “reformları beklerken ramazana büyük can kayıplarıyla giriliyor olması kabul edilemez” dedi ve Hama’daki katliamı “kınadı.” Davutoğlu, “önümüzdeki dönemde bir an önce operasyonların son bulması ve Suriye’ye barışın egemen olması hepimizin dileğidir” diye konuştu.
Ancak temel sorun burada düğümleniyor. Gül ve Davutoğlu’da dahil olmak üzere, Ankara’da, Suriye’deki operasyonların bir an evvel son bulacağına ve Esad rejiminin bu saatten sonra reformlarla ortamı yatıştırabileceğine inanan birisini bulmak mümkün değil artık. Türkiye’den en üst kademeden yansıyan ve Şam ile ilişkilerimizi adım adım kopma noktasına taşıyan sert söylemin ise Esad üzerinde herhangi bir etki yaratacağı yok.
Peki, zaman zaman Türkiye’nin “reform” telkinlerini ciddiye alıyormuş gibi davranan ve çeşitli vaatlerde bulunan, ancak hareketleriyle bu telkinleri aslında hiç ciddiye almadığını ortaya koyan Beşar el Esad, ülkesinde bu vahşeti gerçekleştirirken neye güveniyor?
Bize göre bu sorunun yanıtı apaçık ortada. Esad dünyanın kendisini durdurmak için hiçbir şey yapmayacağından emin. Rusya ve Çin’in Güvenlik Konseyi’nde kendisine dönük herhangi bir anlamlı yaptırım kararını veya dışarıdan müdahaleye en küçük bir pencereyi aralayan bir tasarıyı veto edeceğini de biliyor.
Bu arada, Türkiye de dahil olmak üzere, bölgedeki diğer Müslüman ülkelerin Suriye’ye karşı bir dış müdahaleye karşı çıktıklarının da farkında. Kaldı ki, bir müdahale olsa bile, çatışan uluslararası çıkarlar nedeniyle bunun da fiyasko ile sonuçlanma olasılığının yüksek olduğunu biliyor.
Öte yandan Irak, Afganistan ve Libya’daki gelişmelerden sonra Batı’da da zaten Suriye’ye karşı bir müdahale fikrini hazmedecek kamuoyu yok. Esad bunun da farkında. AB’nin son olarak aldığı ve Esad ailesine ve yandaşlarına ek yaptırımlar uygulanmasını öngören karar ise gülünç. Bu adımın çaresizlik karşısında “bir şey yapıyorum” görüntüsü vermek için atıldığı kesin. Türkiye’den yapılan ve sonuç getirme olasılığı olmayan sert açıklamalar için de bir yerde aynısı söylenebilir.
Arap âlemine ve İslam Konferansı Örgütü’ne gelince, oradan da bir şey çıkmayacağı apaçık ortada çünkü bugüne kadar ne Irak krizinde, ne Filistinliler için, ne Sudan için ne de herhangi bir başka Müslüman ülkede yaşanan vahşet için devreye girdikleri görülmedi. Somali’deki kıtlık karşısında Birleşmiş Milletler 700 milyon euro ararken, para içinde yüzen petrol zengini Körfez ülkelerinin fazla bir katkıda bulundukları da söylenemez.
Özetle, Hama’da 1982’de olanlar ve bugün yaşananlar ışığında, Esad’lar için adeta bir “aile geleneği” olduğu görülen bu katliamları durduracak herhangi bir uluslararası mekanizma yok. Batı ve İslam âlemi, sonuç itibariyle, Esad’a istediğini yapması için açık çek vermiş durumdalar.
Esad da buna güvenerek ülkesinde terör estiriyor. Gül’ün dediği gibi “İletişim çağında” olmamız ve katliamların “herkesin gözü önünde cereyan ediyor olması” ise umurunda değil. Hal böyle olunca Esad rejimine karşı ayaklanan Suriyelilere verilebilecek herhangi bir ramazan müjdesi yok. Onlar, Bosna’da da olduğu gibi, çatışan çıkarlara dayalı dünyanın bu vahşet karşısında birlikte hareket edememesi yüzünden ölmeye devam edecekler.