Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Beşar el Esad’ın tankları ve keskin nişancıları ile karşı karşıya olan Suriye’deki silahsız halk açısından durumu en tehlikeli kılan husus bir askeri dış müdahale olasılığının bu kez zayıf olmasıdır. Bu nedenle de önümüzdeki dönemde bu ülkede çok kanlı olayların yaşanacağını varsaymak o kadar ters olmayacaktır.
Bunun birkaç temel nedeni var. Birincisi, Libya konusunda çelişkili ve tutarsız bir siyaset izleyen Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri Rusya ve Çin’in tekrar aynı duruma düşmek istememeleridir. Bu iki ülke Suriye’ye, bırakın bir askeri müdahaleyi, yaptırımları dahi desteklemiyor.
Bir diğer neden ise ABD kamuoyunun Irak, Afganistan ve şimdi de Libya’dan sonra yeni bir maceraya girilmesine karşı olmasıdır. Bizde nedense, Batı’da herkesin bu ülkelere müdahale etmek için can attığı sanılıyor, ama bu doğru değil.
Libya müdahalesinde kilit rol oynayan İngiltere’de de kamuoyu farklı düşünmüyor. Libya’ya askeri müdahaleyi genelde onaylayan Fransız kamuoyu ise bu durumda çekingen davranıyor. Cumhurbaşkanı Sarkozy de bu yüzden, BM kararı olmadan müdahale etmeyeceklerini ilan etti.
Esad rejimine karşı tek taraflı ve seçici yaptırımlar uygulama kararı alan ABD ve AB’nin bu adımlarının da mevcut ortamda bir sonuç getirmesi beklenmiyor. Bazıları Türkiye’yi daha şimdiden bu açıdan “potansiyel oyun bozan” olarak lanse ediyor.
Ancak, Türkiye’ye gelene kadar Rusya ve Çin gibi daha güçlü oyun bozanların bulunduğu ortada. Soğuk Savaş sırasında Suriye’yi bir Sovyet peykine dönüştüren Esad ailesi ile Moskova’nın halen yakın askeri ve ekonomik ilişiler içinde oldukları da biliniyor.
Özetle, 1982’deki uluslararası siyasi konjonktür nedeniyle, baba ve amca Esad’ın elleri, Hama kentinde Müslüman Kardeşlere karşı katliam gerçekleştirmek için nasıl serbest idiyse, Beşar ve kardeşi Mahir için de durum farklı görünmüyor.
Başka bir ifadeyle, Suriye’de ayaklanan halk, dünya kamuoyunu umursamayan rejimin acımasızlığı karşısında yalnız. Dış müdahale olasılığının bulunmaması Beşar ve Mahir Esad’ı daha da cesaretlendiriyor.
Ancak, bu durumda “dış müdahalenin” yabancı devletlerden değil, “mücahit unsurlardan” gelmesi olasılığı da artıyor. Müslüman Kardeşler adına cuma günü Suriye’de yapılan “korkmayın rejime karşı sokağa dökülüp direnin” çağrısı da buna işaret ediyor.
Bu çağrı Türkiye’de bile etkili oldu. Özgür-Der, Mazlumder ve İHH gibi örgütler cuma namazı sonrasında protesto gösterisi düzenleyerek “Baas diktasına hayır” ve “Suriye’de katliama son” sloganları attılar. Bu protesto gösterisi ve henüz sayıları az olsa da daha şimdiden kapımıza dayanan mülteciler, Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’nin başını birçok açıdan ağrıtacağını
gösteriyor.
“PKK boyutu” ise bunlardan belki de en önemlisi. İşi Ankara için ironik, hatta çelişkili, kılacak olan da bu husustur. Suriye’ye herhangi bir askeri müdahaleye karşı olsa da Türkiye, işlerin çığırdan çıkması ve PKK’nın bundan yarar sağlamaya başlaması durumunda, o ülkeye sonunda askeri olarak müdahale eden tek ülke olabilir.
TSK’nın Kuzey Irak’a yaptığı ve her keresinde Batı ile Arap dünyasında kınandığı sınır ötesi müdahalelerini aklımızda tutarsak, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Genelkurmay Başkanlığı’nın şu anda bile İkinci Ordu Komutanlığı ile eşgüdüm içinde Suriye’ye dönük bu tür senaryolar üzerinde çalıştığını tahmin etmek de güç değil.
Bu arada iki ülke arasında artık vize olmadığına göre, pasaportunu kapan Suriyelilerin konvoylar halinde sınırımıza dayanmaları da olasıdır. Özetle, Türkiye, Fransa’nın bugün Schengen yüzünden Tunuslu mülteciler konusunda içine düştüğü duruma benzer bir durumla karşılaşabilir.
Ankara şimdi, Suriye’ye tekrar vize uygulanmasının söz konusu olmadığını belirtiyor. Fakat gelişmelerin ne getireceği belli olmadığı için bu tür kesin ifadeleri biraz kuşkuyla karşılamak lazım.
İşin hazin yanı ise, biz bunları tartışırken, Esad rejiminin öldürmek için dünyadan açık çek almışçasına yoluna devam ediyor olmasıdır.